29 Aralık 2010 Çarşamba
Mavi Marmara Günlüğü
26 Aralık 2010 Pazar
02:26 Bu saatte ne guzel hava var Eskisehir'de..
03:22 Rotamiz istanbul :) (Trenimiz yeni hareket etmişti bu sıralar, Fatih Ekspresi)
03:23 trenleri seviyorum ayrica.
03:35 Mavi marmara'daki kadar olmasa da guzel bir ortam var burada. mesela intifada marşını soyleyemesek de dinliyoruz :)
04:31 Bilecik. hala seviyorum burayi. bi ara tekrar gelmek gerek belki..
05:44 hakan albayrak'in ebuzer adlı kitabini bitirdim şimdi. daha alacak çok yolumuz var. bismillahirrahmanirrahim.
06:19 Arifiye. sabah ezani okunuyor ama biz yetisemicez :(
06:47 izmit. oi va voi dinliyorum uzun bir aradan sonra.
06:52 herkes uyuyor. gunesin dogusunu bi ben gorucem sanirim :) (hava bulutluydu, bişey göremedim zaten...)
07:45 Pendik. bir anlamda istanbul :)
08:20 Haydarpaşa.
08:40 Haydarpasa'yi gordum, bi daha uzuldum :(
25 Aralık 2010 Cumartesi
Hoşgeldin insanlığın vicdanı (2)
Başlarken bir alıntı yapmak istiyorum:
Yarın ve sonraki günlerde başımıza nelerin geleceğini bilmiyorum. Ama yeni bir dünyanın şekillenmekte olduğunu ve "Gazze'ye Özgürlük Filosu"nun bu sürece önemli bir katkı teşkil ettiğini, Cenâb-ı Hakk'ın bizi büyük bir devrimde enstrüman olarak kullandığını iliklerime kadar hissediyorum. Filistin'in meşru başbakanı İsmail Heniye'nin dediği gibi: "Gemiler Gazze limanına ulaşsa da ulaşmasa da kazandık."
Hakan Albayrak/31 Mayıs 2010
Köşesinden böyle seslenmişti bizlere Hakan abimiz. Olacaklardan haberi yoktu daha. İsrail’in gerçekleştirdiği hukuksuz saldırıdan önce yazmıştı bunu.
Saldırıdan sonra şehit haberlerini aldığımızda da en çok onun için korkmuştuk zaten. Onun gibi fikirlerimizin inşasında yeri çok büyük olan bir kişiyi bu kadar erken kaybetmek (böyle bir yolda olsa da) zor gelirdi bize. Neyse ki Allah dokuz abimizi/kardeşimizi şehitlikle ödüllendirirken, Hakan Albayrak’ı da bizlere bağışladı.
Asıl değinmek istediğim Hakan Albayrak’ın kendisinden çok, yazdığı bu paragraf aslında. Bu paragraf, gemidekilerin o anlarda neler hissettiklerini çok iyi özetliyor bence. O insanlar savaşmaya veya şov yapmaya değil, dünyada var olan yanlış bir düzeni değiştirmeye gittiler oraya. Güçlüler ne yaparsa yapsın, zayıflar ses çıkarmıyordu, buna isyan olarak gittiler. Başarıp başaramadıkları, bu girişimin işe yarayıp yaramadığı konusunda farklı fikirler beyan edilebilir ama onların Hz. İbrahim’e ağzında su taşıyan kuş misali Gazze’ye yardım taşıdıklarını, en azından saflarının belli olduğunu kimse inkar edemez.
*
We will not go down
Beyaz ışığın kör edici flaşı
Gazze'nin semasını aydınlattı bu gece
İnsanlar koşuşuyor gizlenmek için
Yaşıyorlar mı yoksa ölüler mi; bilmiyorlar bile?
Tankları ve uçakları ile geldiler
Öfkeli ateşleri ile her yeri yakmaktalar
Hiçbir şey bırakmadan
Toz duman arasından bir çığlık duyuluyor
Asla Teslim olmayacağız
Bu gece de, savaşmadan
Camimizi, evimizi ve okulumuzu yaksanız da
İnancımız hiçbir zaman ölmeyecek
Asla teslim olmayacağız Gazze'de bu gece
Kadınlar ve çocuklar öldürüldüler her gece
Ülkelerin sözde liderleri
Kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışırlarken uzaklarda
Fakat onların kudretsiz sözleri boşunaydı
Ve bombalar asit yağmuru gibi düşüyordu
Fakat göz yaşı kan ve acının içinden
Karabulutların içinden yükselen o sesi hala duyabilirsin:
Asla teslim olmayacağız !
Asla Teslim olmayacağız
Bu gece de, savaşmadan
Camimizi, evimizi ve okulumuzu yaksanız da
İnancımız hiçbir zaman ölmeyecek
Asla teslim olmayacağız Gazze'de bu gece
23 Aralık 2010 Perşembe
Unadikum
Size sesleniyorum!
Ellerinizi tutuyorum sımsıkı
Bastığınız yerleri öpüyor
Ve diyorum ki: Sizin için feda olayım!
Gözlerimin ışığını sunuyor,
Sıcacık kalbimi veriyorum
Dipdiri bir felaket
Sizin felaketinizden bana düşen
Vatanıma ihanet etmedim
Omzum dik
Karşı durdum zalimlere
Yetim, çıplak, yalınayak!
Kanımı avuçlarımda taşıdım
Yok ettirmedim inançlarımı
Mezarlarını önden gidenlerin
ve üzerindeki yeşil otları bile
Korudum!
Hoşgeldin insanlığın vicdanı
Hoş geldin…
Tekrar başına bir şey gelmezse, pazar günü aramızdasın. 22 mayısta uğurladığımız yerde bekleyeceğiz seni. 26 aralıkta, yine bir İsrail katliamının yıldönümünde, Dökme Kurşun dedikleri ve yine binlerce Filistinli kardeşimizi katlettikleri o “operasyon”un yıldönümünde…
Sen yoldayken nasıl da heyecanlıydık. 31 mayısa kadar geçen dokuz gün boyunca bayram havası vardı üzerimizde. Sende de öyleydi tabi, biliyoruz. Yapılan canlı yayınlardan görüyorduk oradaki coşkuyu. 50 milletten insanın ve tüm insanlığın vicdanının bulunduğu o güzel yeri bir dakika kaçırmadan izledik günlerce.
Ne güzel anılar var şimdi içinde, ve bir o kadar da üzücüleri…
Umut yüklüydün sen Akdeniz’de seyrederken. Adın gibi masmavi suların üzerinde, bembeyaz bir barış güvercini gibi gidiyordun doğuya doğru. Doğu’nun kalbinin yaralandığı yere doğru…
Neler neler yoktu ki seninle birlikte olmayan, kimler kimler vardı yanında… Çocuklar, Gazze’li kardeşlerine oyuncaklarının yarısını yollamışlardı. Hatta bir tanesi, izlediği filmden etkilenerek bir kanarya yollamıştı gemiyle birlikte. Sahi, sonra ne oldu acaba o kanaryaya? O da mı bir tehdit sayılarak vuruldu acemi askerler, profesyonel canilerce?
Bir de Furkan adında bir kardeşimiz vardı orada, henüz 19 yaşında… Üniversiteye hazırlanıyordu, kısa zaman sonra sınavı vardı. O, en büyük sınavını vermeyi kafaya koymuştu ve verdi de…
Biz mi… Gözümüz ve gönlümüz seninleydi. Sabahın beşinde, seninle olan şehit ve yaralıların haberiyle güne gözümüzü açtık. Hayatımız boyunca “günaydın” denmeyecek nadir sabahlardan birisiydi bu!
Sonra döküldük sokaklara, İsrail görsün isyanımızı diye. Bütün insanlık ve Gazzeliler bilsin Gazze’yi ve Filistin’i ne çok sevdiğimizi... Haykırmak istiyorduk gemideki Sümeyye Ertekin gibi: “Bu ayıbı yüzyıllar boyunca silemezsiniz. Bu ayıbı durdurun” diye.
Sonra bazı ilginç sesler duyduk etrafımızda, seni değersiz gören ve sana neredeyse hakaret edenlerden gelen. Aldırmadık. Mahmut Çelik kardeşim gibi düşünüyorduk hepimiz (kendisinin iznine sığınarak paylaşıyorum bu kısmı):
"Biz kahrolsun deyince belki kahrolmuyordu hiçbir şey.
Ama biz hiçbir şey yapmayınca kahroluyordu Filistin.
Ve biz hiçbir şey yapmayınca, hiçbir şey oluyordu.
Yani biz hiçbir şey oluyorduk.
Biz onun için birşeyler yapıyoruz!"
(Ve aslında hala bunu dert edinerek Filistin için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz...)
Sonra sen geldin, dokuz kardeşimizi, abimizi getiremeden. Sana emanet edilenleri profesyonelce bir vahşetin ortasında kaybedip, buna rağmen onurunu kaybetmeden…
Ben inanıyorum ki, senin adın, vicdan sahibi olan her dünya vatandaşı için farklı bir yere sahip artık. Barışın ve insanlık vicdanının bir simgesisin. Yirmi birinci yüzyılda toklar açları zerre kadar düşünmezken, sen, seni sevenlerin desteğiyle birlikte bir buçuk milyon Filistinliye her türlü yardımı götürme cesaretini İsrail’e rağmen göstererek yola çıktın. Savaşa, ambargoya, katliama ve insan hakları ihlallerine karşı en büyük direnişlerden birini, belki de en büyüğünü gösterdin. Sen, İHH başkanı Bülent Yıldırım’ın dediği gibi, tarihe geçen üç gemiden birisi oldun…
Şimdi, sağ salim ama içinde o günlerin izlerini taşıyarak geri dönüşünü izleyeceğiz seni sevenler olarak. Seni uğurladığımız noktada bekleyeceğiz. Ve bize gösterdiğin dersi uygulamaya devam edeceğiz, Filistin özgürlüğüne kavuşana dek…
20 Aralık 2010 Pazartesi
Hatırlat da Haziranın Sonlarında Çocukluğumu Yakalım
Sen beni öpersen belki de ben Fransız olurum
Şehre inerim bir sinema yağmura çalar
Otomobil icad olunur, Zarifoğlu ölür
Dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-Senegalliler dahil değil
Sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
Çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
O vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
Hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
-Yoksa seni rahatsız mı ettim?
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
-Freud diye bir şey yoktur.
Sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
Belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
Bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
Yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-Haydi iç de çay koyayım.
15 Aralık 2010 Çarşamba
13 Aralık 2010 Pazartesi
12 Aralık 2010 Pazar
Uzun cümleler...
Uzun cümleler, paragraflar yazmayı seviyorum.
Bazen de çekinmiyor değilim, insanlar yazdıklarımı okumaktan sıkılırlar mı diye... Öyle ya, aynı bir İnci'ci gibi "özet geç p.ç" diyebilir her kişi.
Ama dedim ya, cemaat halindeki kelimeler daha çok hoşuma gidiyor. Tek başına duran kelimelerden 27 kat daha güçlü olduklarını düşünüyorum. Bakmayın bazen kısa kestiğime, içimde harp düzeni almış düzinelerce harf bulunmakta...
8 Aralık 2010 Çarşamba
Zarif bir salı akşamı hatırası
Vaktinin bereketli olmasını isteyen insan, sevdiği arkadaşlarıyla, kardeşleriyle bir araya gelip muhabbet etsin, güzel işler yapsın. Her dakikası saatler kadar değerli geliyor.
Uzunca vakti birlikte geçirdikten sonra Atasoy Müftüoğlu’nun ofisine bir ziyaret gerçekleştirdik sabahın dokuzunda. Güzel bir sohbet oldu, her seferindeki gibi cilt cilt kitap okuyarak oradan ayrılıyoruz hissine kapıldık yine.
*
Dün de artık gelenekselleşme yolunda olan Zarif Haykırışlar etkinliğini gerçekleştirdik. Sadece şiir ve kitap okumak dışında, Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı Yaşamak adlı Cahit Zarifoğlu’nun hayatını anlatan belgeseli seyrettik. İnternet ortamında, özellikle de Facebook’da rahatlıkla ulaşabilirsiniz bu belgesele de. TRT’nin hazırladığı belgesel gibi, belki de ondan daha başarılı bir yapım…
6 Aralık 2010 Pazartesi
Eski şehrin romantizmi
Saat 8:00. Bu saatte sokaklarda olmam pek alışılmış birşey değil. En iyi ihtimal tramvay kalabalığında okula yetişmeye çalışıyor olurum heralde.
Kahvaltı yapmadan dışarı çıktığım nadir günlerden biri. Bir simitçi arıyorum. Adalar'a geçince, soğuğu hissettiği belli, pek kibar, benim gibi kahvaltısız dışarı çıkanların yardımına yetişmek için orada bulunan simitçi çıkıyor karşıma.
Güzellerinden alıyorum bir tane. Adalar'da yürüyorum. Alışılmış kalabalığın oluşmadığı saatler bunlar. Avare gezen birkaç kişi ve işi gücüyle uğraşan birkaç kişi. İkisinin tam arasındayım. İşim olmasına rağmen avare, yavaş yavaş ilerliyorum.
Cafcaf'ın son sayısına takılıyor gözüm. Bu kadar erken beklemiyordum. Cebimdeki tüm bozuklukları çıkardım, uzattım bayideki ablaya: iki lira. Bir elimde sıcak simit, diğerinde Cafcaf, sonbahardan bozma bir sabah ayazı elime ve yüzüme kastetmesine rağmen yürümeye devam ettim...
Sonra baktım ki bu dergiyi çok seviyorum, onunla yapabileceğim en güzel şeyi yaptım: Haddim olmasa da dergiyi Atasoy Müftüoğlu'na takdim ettim...
Allahım, sanırım bu eski şehrin romantizmini keşfetmeye başlıyorum...
5 Aralık 2010 Pazar
"huzura varmak"
sabah vakti "huzura varmanın" güzelliği öyle kolay tarif edilecek şey değil...
hele ki uyanma vesilesi modern zamanın gürültücü saat/telefonlarından biri değilse...
O'nun yardımıyla kalktığını hissetmekten bahsediyorum mesela... uyandıktan beş dakika sonra sabâ makamında gelirse müezzinin sesi, tekrar uyuyası gelmez insanın...
sıcak yataktan soğuk odaya kalkıp niyeyse bir türlü sıcak akmayan suyla titreyerek temizlenmek, yönünü mutlak yöne dönüp ellerini teslimiyete örnek şekilde bağlamak, af dilemek...
kaç sabah olur ömürde böyle güzel? çok olsa keşke...
4 Aralık 2010 Cumartesi
Yurtta anarşi, dünyada anarşi
Wikileaks üzerine muhabbetler bitmek bilmiyor. Bitmemesi de doğal, çünkü yüzyılın diplomasi skandalı olarak tarif edilebilecek bir içerik var ortada.
Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarla toplandığımızda konu yine döndü dolaştı, Wikileaks belgelerine geldi. Herkesin fikrini dinledik bu konuda. Amerika’nın dünya devletlerini karıştırmak için ortaya attığı bir plan olduğunu iddia edenler oldu, bu işte İsrail’in parmağı olduğu söylendi, 11 Eylül sonrası politikalardan biri olduğu ortaya atıldı falan.
Yazının devamı: http://www.eshaber.tv/yurtta-anarsi-dunyada-anarsi-makale,69.html
3 Aralık 2010 Cuma
2 Aralık 2010 Perşembe
Kangurunun arka cebi
Fred Flight, yemekhanedeki kavgada kopan sol kolunun 13 yıldır görmediği annesine gönderilmesini istediğinde, Alcatraz Hapishanesi yöneticileri Flight'ın talebine olumlu yanıt verdiler ve kol önce bir naylon torbaya, sonra da buz dolu başka bir naylon torbaya konularak evlat hasreti çeken bayan Flight'a postalandı. Bir yıl sonra futbol oynarken düşen Fred'in sağ baldırına bir taş parçası saplandı; yara bir türlü iyileşmedi ve sonunda kangren olan bacak kesildi. Bacak da bayan Flight'ın evine yollandı. Fred çektirdiği dişlerini, bir kulağını, sol serçe parmağını... anneciğine ulaştırdı. Hapishane yönetimi, müebbet mahkum sahtekarın büyük ölçüde "dışarı çıktığının" farkına vardı ve organlarını birer birer annesine naklettiren Fred'e, firara kalkıştığı gerekçesiyle hücre cezası verdi!
[Murat Menteş, Aynalı Barikatlar]
1 Aralık 2010 Çarşamba
Yol gözümü dağlıyor
Sadece yol mu?
Bütünüyle "hayat" aslında.
"ağlasan da boş" zaten, varsa yoksa sabır...
Uzak-Çirkin
Önde serin gözüken su. Net değil ama... Güzelliklerin netliği her zaman tam değildir. O anlardan birisi elbet bu...
Hemen arkasında dış güzelliğinden emin olunmuş, iç güzelliği önemsenmemiş/merak edilmemiş olan. Dıştan bakınca ne kadar güzel, eski ve güzel... Kim bilir nasıl içi, neler saklar...
En arkada düzensizce, özensizce dağıtılmış olanlar... Ama ne hikmetse en net olan bunlar. Aynı içimiz gibi... Çirkin olanı en uzakta da olsa bulup getirmiş, gözümüze sokmak istercesine. Gözümüzün önündeki güzelliği görmeyi engelleyemese bile dikkat dağıtması yeter zaten öndekini görmekten vazgeçirmek niyetiyle...
Wikileaks kıraathanesinde bira içerken Haydarpaşa'dan konuşmak
Son günlerde tüm dünya gibi Türkiye’nin de gözü Wikileaks adlı internet sitesinde. Bir zamandır Afganistan ve Irak savaşlarıyla ilgili ABD’nin gizli belgelerini gün yüzüne çıkaran site, şimdi de ABD ile diğer ülkeler arasındaki yazışmalardan oluşan yüz binlerce dosyayı gün yüzüne çıkarıyor.
Tabi ki Türkiye hakkındaki belgeler bizi yakından ilgilendiriyor. Zaten Ankara’dan yapılmış 8 bin civarında yazışmanın açıklanacağı söyleniyor. Bu da ABD yönetiminin Ankara’yı ne kadar yakından izlediğinin belgesi…
Kendi düşünceme geleyim; Türkiye hakkında yayınlanan belgeler aslında az çok tüm halkımızın haberdar olduğu şeyler. Örneğin ABD’nin Türkiye dış politikasından rahatsız olduğunu, sivil yönetimin askeri yönetim üzerinde etkili olmaya başladığını ve İsrail’in bundan rahatsızlık duyduğunu, Ordu’nun eline geçen her fırsatta darbe yapmak istediğini, Azerbaycan yönetiminin Türkiye ile görünürdeki kadar iyi ilişkiler içerisinde olmadığını bilen birçok vatandaş bulabiliriz. Bunun için bir kahvehaneye girip muhabbetleri dinlemek yeterlidir… Kısaca, iç politika adına bu yumurtadan bir sürpriz çıkmamıştır şu ana kadar.
Yazının devamı için: http://www.eshaber.tv/wikileaks-kiraathanesinde-bira-icerken-haydarpasadan-konusmak-makale,64.html