11 Mart 2012 Pazar

Zarif Haykırışlar Yeni Okuma Düzenine Geçiyor!




21 ay önce, 7 Temmuz 2010’da Gülhane Parkı’nda başladı yolculuğumuz. Zarifoğlu’nun “Parka dolalım / Park bizi alır önce / Seyrimizden bir sabah kazanır” dizelerini anımsatan çağrıya onlarca genç yanıt verdi ve Gülhane Parkı Zarifoğlu sevenlerle doldu o gün.

Takip eden on bir ay boyunca Türkiye’nin dört bir yanındaki Zarifoğlu okurları her ayın yedis inde bir araya gelmeye başladılar. Hatta bu çağrı Türkiye sınırlarını aştı, Avrupa’da da yankı buldu. Binlerce genç bir araya gelip Zarifoğlu’nu şiirleriyle andılar her ay.

Sonra dedik ki; neden sadece Zarifoğlu ile sınırlı kalsın ki bu hareket? Okumalarımızı Müslüman Şahsiyetler okumalarına dönüştürdük. Bu hâl üzere ilk okuma yine Gülhane Parkı’nda, Temmuz 2011’de yapıldı. Bu sefer gençler Aliya İzzetbegoviç, İsmet Özel, Atasoy Müftüoğlu, Erdem Bayazıt, Sezai Karakoç, Mustafa Kutlu gibi birçok büyüğümüzün kitaplarıyla geldiler programa. Bu tarihten sonra çağrımız daha büyük yankı buldu ve Türkiye’de 45’ten fazla şehirde Zarif Haykırışlar etkinliği düzenlendi. Bunun yanında Tayvan’dan Amerika’ya kadar 9 farklı ülkede de Zarif Haykırışlar gerçekleştirdi genç arkadaşlar.

Biz gerek aldığımız yorumlara ve eleştirilere, gerek kendi istişarelerimize dayanarak, etkinlikte ikinci bir değişikliğe gidiyoruz şimdi. Etkinlik bu hali ile yine birçok çevrenin beğenisini kazanıyor fakat gerek bize yüklediği ağırlık, gerekse etkinlik halkasının genişlemesi ile birlikte duyduğumuz yeterli verimi alalama hissi bizi etkinliğin işleyişi konusunda birtakım değişiklikler yapmaya itti.

Etkinlikle ilgili tüm konuları ele alıp, önümüzdeki günlerde bütün bu olacak değişikliklerle ilgili bir duyuru yayınlayacağız. Fakat şimdilik belli olan birkaç ana noktayı burada belirtmek istiyoruz; Bundan böyle her ayı bir yazara ayıracağız. Yani her ay bir Müslümanın kitaplarını okuyacağız ve üzerine konuşacağız. Ayrıca mümkün olduğu kadar bu kişi ile ilgili bilgilendirmeler yapacağız. Bu noktada her şehirde bulunan temsilcilerimiz bize yardımcı olacak. Temsilcilerden, sırtımızdaki yükü bir nebze azaltmalarını isteyeceğiz ve sorumluluk paylaşımında bulunacağız.

Şu aşamada fikirsel veya fiziksel anlamda bize yardımcı olabilecek tüm arkadaşlardan bizimle irtibata geçmelerini istiyoruz. Siz de kendi şehrinizde, kampüsünüzde, okulunuzda, kasabanızda arkadaşlarınızla bir araya gelip bu büyük halkanın bir parçası haline gelebilirsiniz.

7 Nisan 2012’de 22. kez ve bu sefer yepyeni bir içerikle buluşmak duasıyla!

Zarif Haykırışlar – Bir Kitap Okuma Eylemi | www.facebook.com/zarifhaykirislar

Mavera Gençlik Hareketi
www.facebook.com/maveragenclikhareketi
maveragenclikhareketi@gmail.com

2 Şubat 2012 Perşembe

Frenk Mukallitliği ve Şapka


Cumhuriyet devrim(!)lerinden biri olan Şapka Kanunu çıktığı zaman buna ciddi bir muhalefet gelişmişti Anadolu'da. Sonrasında malum olduğu üzere henüz 3-5 sene öncesinde düşman üzerine çevirilen silahlar, bu kez Anadolu halkı üzerine çevirilmişti. Hatta Rize halkının meşhur sözü de o zamandan miras kalmıştır, bilenler bilir: "Vurma Hamidiye vurma! Şapka da giyeceğüz, vergi de vereceğüz!" Daha önce eshaber.tv adresinde bununla ilgili bir köşe yazısı yazmıştım, şimdi burada tekrar paylaşmamın bu konu hakkındaki fikirlerime katkısı olacağını düşünüyorum: www.eshaber.tv/sapkadan-tavsan-cikarmak-yasaktir-makale,60.html

Ve bu şapka hadiselerinden en fazla akılda kalan kişilerden birisidir İskilipli Atıf Hoca. Şapka Kanunu çıkmadan uzun süre önce yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yüzünden kanun geriye doğru işletilerek suçlu bulunmuş ve idam edilmişti. Hatta kararın Dersim'de olduğu gibi "Sanığın idamına,ifadesinin sonra alınmasına,delillerin bilahare toplanmasına" şeklinde verildiği de rivayet olunur.

Bugün Atıf Hoca'ya karşı güzel bir sahiplenme örneği sergileniyor. Geçtiğimiz zamanlarda farklı platformda duyurulan sesler bu yıl idamının sene-i devriyesinde sosyal medyada da yankı buluyor.

Evet, Atıf Hoca önemli bir sembol. Ama onu içi boş bir sembol haline getirmekten sakınmalıyız. Bunun için de en azından malum olaya sebep olan Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserini okumak gerektiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz yıllarda gazeteler tarafından promosyon olarak verilen kitabın PDF formatındaki kopyasına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz...

13 Aralık 2011 Salı

GERÇEK İHTİYAÇLAR İLE SINIRSIZ İSTEKLERİN DENGELENMESİNDE TASAVVUF | Nazif GÜRDOĞAN

Efendim hepinizi selamlıyorum. Bu toplatıyı düzenleyen arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum.

Bugünkü toplum ister Amerikan toplumu, ister Avrupa toplumu, ister bizim toplumumuz olsun büyük bir tüketim yarışı içinde... İnsanlar ister Amerika, ister Avrupa, isterse de Asya ve Afrika kıtasında yaşasınlar, giderek büyük bir köye dönüşen dünyada, bir reklâm saldırısıyla yüzyüzedirler. Hepimiz hergün akıl almaz bir şekilde tüketime koşturuyoruz. Bütün bir insanlık, her gün yeni birşeyler satın almayla öylesine meşgul ediliyor ki; ne düşünmeye, ne doğruyu aramaya ne de yakınlarının dertleriyle ilgilenmeye vakit bulabiliyor. Dünyanın her ülkesinde insanlar, evleriyle alışveriş merkezleri arasında adeta mekik dokuyorlar. Gerçekten ihtiyaç olup olmadığına bakmadan, durmadan birşeyler satınalma, günlük yaşantının vazgeçilmez bir parçası haline gelmekten öte, herkesin özendiği bir hayat tarzına dönüştü.

Evler artık küçük bir fabrika haline geldi. Günümüzde pek çok evde tek bir araba, buzdolabı, televizyon ve telefonla yetinilmiyor. Evler ile pazarlar arasında trafik giderek yoğunlaşıyor. Evin dışındaki yoğun trafik, evlerin içinde de kendini gösteriyor. Ailelerarası ve aileiçi harcama yarışı ekonominin belkemiğini oluşturuyor. Televizyonlar sabahlara kadar kapatılmıyor. Evler beyaz ve kahverengi eşyaların işgali altında. Duvarlar, pencereler, parkeler neredeyse her gün silinip temizleniyor. Evlerin yönetimi büyük bir sanayiye dönüştü. Toplumda herkes şöyle ya da böyle bu sanayinin güclenmesine önemli ölçüde katkılarda bulunuyor. İstanbul'da büyük bir süpermarkete gidildiğinde, toplumun nasıl bir tüketim krizine yakalandığı açıkça gözlenebilir.

İnsanlar, gerçek ihtiyaçlarıyla sınırsız istekleri arasında sonu gelmez bir yarış içindeler. İnsanların karnı tok, sırtı pek ama gözleri aç, istekleri sınırsız... Bir ekonomide gerçek ihtiyaçları karşılamak, bir ölçüde mümkündür. Ancak, sınırsız istekleri tatmin etmek hiç bir zaman mümkün değildir. İnsanların karınları her zaman doyurulabilir; ancak gözlerinin doyurulması imkânsızdır. İnsana bir vadi dolusu ürün verseniz, peşinden ikinci bir ürün dolu vadi ister. İnsanın kazanma yeteneği modern dünyada öylesine istismar edildi ki, açgözlülük bilimin, teknolojinin, ekonominin ve sanatın odak noktası haline getirildi. Bolluk, insanın gerçek ihtiyaçlarını karşılamasından daha çok sınırsız isteklerinin körüklenmesine yolaçtı. İstekleri doyurma için, kazanma yolunda insanın tutum ve davranışlarını belirleyen erdem, erdemsizlik oldu.

Eskiden tutumluluk bir erdemdi. Şimdi ise israf bir erdem. Ne kadar çok harcıyorsanız, ne kadar çok tüketim yapıyorsanız o kadar çok değer kazanıyorsunuz. Tüketim bir statü göstergesi haline geldi. Amerikalıların bir deyimi var: "Arabanızdan daha güzel olamazsınız. Arabanız ne kadar güzel ise; siz de o kadar iyi, o kadar güzelsiniz." Bu tür değer yargıları oluştu. Ve bu değer yargıları sadece Amerika toplumunda, Avrupa toplumunda değil bütün dünyada geçerli hale geldi.

Alışveriş merkezlerinin mâbet gibi ziyaret edildiği bir dönemde, bizler müşlümanlar olarak ne yapabiliriz?.. Alışverişin böylesine yüceltildiği bir yapıda, dünya ile ahiretin bütünleştirilmesi nasıl gerçekleştirilebilir?.. Harcamanın değil, tutumluluğun bir erdem olduğu anlatılmazsa, ihtiyaçlarla isteklerin arasını açmak mümkün olmayacaktır. Ayrıca gerçek ihtiyaçlarla, sınırsız isteklerin arasına metafizik değerler yerleştirilmezse, toplumların çözülmesinin ve dağılmasının önüne geçmek oldukça güçtür.

Tüketimle gelen mutluluğun yerine, üretimle kazanılan erdemi geçirmede, elimizdeki tek kaynak, kutsal kitapların sonuncusu Kur'an'dır. İnsanlığın bilim ve teknolojinin biçimlendirdiği ekonominin haberlerine değil, peygamberlerin verdiği haberlere ihtiyacı var. Ekonominin insan ile Allah arasına yükselttiği duvarları yıkmak için, dünya sevgisiyle kirlenen insan gönlünün, Allah sevgisiyle arıtılması gerekir. Bunun en etkin ve kestirme yolu da, bizim kültürümüzde vazgeçilmez bir yer tutan tasavvuftur.

Tasavvuf, --Sezai Karakoç'un deyişiyle-- "Allah önünde her varı yok görmenin yoludur." Bütün bir hayatı tüketime ayarlayanlar, önünde ya da sonunda, büyük çöküntüyle karşı karşıya gelirler. Çünkü, kim dünyadan sınırsız isteklerini karşılamak için gerçek ihtiyacından daha fazlasını alırsa, farkında olmadan, ölüm sebebini almış olur.

Tasavvuf, en genel anlamıyla, müslümanların az yemesini, az konuşmasını ve az uyumasını öğrenmeleridir. Az uyumasını, az yemesini ve az konuşmasını öğrenenler, alan el değil veren el olmasını da kolaylıkla başarabilirler. Aslında veren el olmasını başaranlar, İslâm'ın ana ilkeleriyle sınirsız isteklerini dizginleyebilenlerdir. O zaman ekonomi gerçek ihtiyaçların karşılanmasına yönelerek, hayatın devam etmesinin vazgeçilmez bir aracına dönüşür. Böylece tasavvufun getirdiği yaşama biçiminde, sınırsız istekler ile gerçek ihtiyaçlar arasında eşsiz bir denge kurulur.

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de tasavvufun yolu, kötü niyetliler tarafından istismar edilebilir. Ancak tasavvuf istismar ediliyor diye, insanın gönlünün zenginleştirilmesinin bir yolu olan tasavvufu, hepten yok saymak mümkün değildir. Çünkü hiç bir müslüman, ayetler yanlış anlaşılıyor diye Kur'an'dan uzak kalamaz. Allah ve Rasûlü'nün sevgisiyle dolmayan gönüller, sınırsız isteklerle güç ve yoğunluk kazanan dünya sevgisiyle dolar. Onlar da Mevlânâ'nın ünlü benzetmesinde olduğu gibi, hayat gemisinin yüzmesine değil batmasına yolaçarlar.

İslâm, Yahya Kemal'in benzetmesiyle, bir cihad medeniyetidir. Cihadın bir yönü içe, bir yönü de dışa dönüktür. Güç olan cihadın içe dönük yönüdür. İç dünyasını güzelleştiremeyenler, dış dünyalarını güzelleştiremezler. Tesbih çekmesini bilmeyenler, silah çekmesini bilmezler. Çünkü tesbih çekmek en kolay; en kolayı başaramayanlar, en zorunu daha zor başarırlar. O yüzden insanlar belirli bir iç dünyanın eğitiminden geçmeden kitap ve sünneti İslamın temel kaynaklarını, hayatlarına geçirmekte zorluk çekebilirler.

İç dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı Mesnevî'de, dış dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı da Mukaddime'dedir. Ancak onlar bir bütündür. Kur'an ve Sünnet'in çizdiği çerçeve içinde, biri diğerini zenginleştirerek, inanan insana büyük bir dinamizm kazandırırlar. Hayatın her alanında, inanan bir insandan daha verimli bir kaynak ve daha vurucu bir silâh yoktur.

Ekonominin bütün bir hayatın odak noktasına yerleştirilmesinin sonucu ortaya çıkan sınırsız istekleri dizginlemenin eşsiz araçlarından biri oruçtur. Oruç, müslümanlarda gözü olduğu kadar gönlü de doyurmanın eylemidir. Açgözlülük oruçla giderilir.

Bu yüzden tasavvufta, ramazan ayı dışında da haftada en azından iki gün oruç tutma vazgeçilmez bir yer tutar. Çoğu kez, gün aşırı olmak üzere, Davud Peygamber orucu önerilir. Böylece sınırsız isteklerin önü oruçla kesilir. Müslümanlar, yılda bir ay olan orucu, tasavvufta olduğu gibi bütün bir yıla yayarlarsa, günlük yaşantı eşsiz bir dönüşüme uğrayarak, akılalmaz bir biçimde yalınlaşır. Her alanda yaşanan kaos, büyük olçüde ortadan kalkar.

Tasavvufun değiştiri ve dönüştürü potasında tek tek olgunlaşan, yeri ve zamanı gelince hep birlikte gün aşırı oruç tutmasını bilenler, gerçekten dünyayı değiştirecek gücü ele geçirirler. Aslında müşlümanlar, ellerindeki oruç gibi silahı etkili bir biçimde kullanabilirlerse, dünya ekonomisinin yönünü ve yoğunluğunu büyük ölçüde değiştirebilirler.

Herkes bilir ki, tüketilmeyen bir ürünün en güçlü bir ekonomi içinde bile üretilmesinin ekonomik açıdan hiç bir anlamı yoktur. Çünkü, gelişmiş ekonomilerde üretim gerçek ihtiyaçları karşılamaktan daha çok, sınırsız istekleri tatmin etmeye dönüktür. Oruçla sınırsız isteklerin önünün kesildiği bir toplumda, ekonomi gerçek ihtiyaçları karşılama bilimi olmak zorunda kalır.

Günün insanı, isteklerinin peşinde koşarak, Allah'tan habersiz iç dünyasını zenginleştireceğini sanıyor. Oysa iç dünyanın olgunlaşması Peygamber sevgisiyle silahlanmayı gerektirir. Peygamber sevgisiyle silahlanmayan insanların, kendilerini, çevrelerini ve toplumlarını değiştirmeleri mümkün değildir.

Sınırsız isteklerin bütün bir insanlığı ana sütünün bir çocuğu çektiği gibi peşinden surüklediği, ekonomik yapının dışına çıkabilmek için, tasavvufun yolu içinde olgunlaşarak, gerçek ihtiyaçların bilincine varmak gerekir. O zaman, insan ekonomiye değil ekonomi insana hizmet eder hale gelecektir. Böyle bir yapıda müşlümanlar dünyanın peşinden koşmaz, dünya müslümanların ardından gelir.

Günümüzün problemi, insanların tek tek olgunlaşarak üzerlerine bir yağmur gibi gelen bir mesaj bombardımına karşı hep birlikte hareket edebilmeyi öğrenmektir. Aslında biz müslümanların bugün elimizde, bundan daha güçlü bir silahımız da yoktur. İktisatta bir kural vardır. Tüketiciler bir malı alarak o malı alanları ödüllendirirler. Bir malı alamıyarak da o malı üretenleri cezalandırırlar.

Bugün üzerimize gelen Batı toplumuna karşı elimizdeki en güçlü silah gerçekten budur. Bizi hiç kimse zorlayarak silahla ne kola içiriyor, ne nescafe içiriyor, ne Amerikan dizileri seyrettiriyor, ne de bluejean pantolon giydiriyor, ne de kravat taktırıyor. Hepimiz bunları gönüllü olarak yapıyoruz. Biz hep birlikte hareket ederek bize saldıran medyaya, tüketim ekonomisine karşı tavır takınabilirsek; yeri geldiği zaman, onların ye dediklerini yemeyebilirsek, giy dediklerini giymeyebilirsek, iç dediklerini içmeyebilirsek; biz dünyanın peşinden değil, dünya bizim peşimizden gelir. Günümüzün problemi dünyanın peşinden gitmek değil, dünyayı peşimizden getirmektir.

İnsanların tutum ve davranışlarını basitleştirerek, basit ve sade yaşamasını öğrenerek, bu üzerimize saldıran ekonomiye direnebilir ve o ekonomiyi kendi istediğimiz doğrultuya yöneldirebiliriz. Bunun için elimizde inanmış bir insandan daha güçlü bir silah yoktur. Benim yine, Görünmeyen Üniversite isimli kitabımda detaylı olarak anlatmaya çalıştığım gibi, çağımızın problemlerinin üstesinden gelmede elimizdeki en güçlü silah budur. Biz hiç bir şeyimizle bizden olmayanlara benzemeyerek ve her şeyimizle onlara muhalefet ederek onları hizaya sokabiliriz.

Ben sözü fazla uzatmak istemiyorum. Hepinizi sevgi ile saygı ile tekrar selamlıyorum.

13. 11. 1994 - Eskişehir

20 Kasım 2011 Pazar

Tarihi Sıvamak


Geçtiğimiz günlerde bir hocamızla oturmuş muhabbet ediyoruz. Konu dönüp dolaşıp Odunpazarı'na geliyor. Odunpazarı denilince benim için sohbetin havası değişiyor tabii. Koskoca şehirde huzur bulduğum tek yerden bahsediyoruz ne de olsa.

Hocam da benimle aynı mevzulardan yakınıyor; bakımsızlık, bilinçsizlik, özensizlik vesaire. Hak ettiği ilgiyi şurada 4-5 senedir gören; onda da tevhidsiz tasavvufa, bilinçsiz gezmelere, turizm merkezine dönmelere kurban edilmek üzere olan bir yerden bahsediyoruz. Oysa ki Odunpazarı öyle basit bir yer değil. Bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışılan şehir kimliğinin Eskişehir'de ayakta kaldığı belki de tek yer. Orayı basit bir turistik mekan gibi gezmek, başlı başına haksızlıktır.

Turistik mekan demişken, Mustafa Kutlu Huzursuz Bacak kitabında İstanbul'un tarihi yarımadasından bahsederken bir benzetmede bulunur. Şöyle alıntılayalım:

Gökdelenlerin Pera-Maslak hattında oluşturdukları siluet, suriçi İstanbul’un kubbe ve minarelerden oluşan siluetine meydan okuyarak “güç bende” diyor.
Yani.

Yani bundan böyle İstanbul benim ardımsıra gelecek, beni takip edecek, bana inanacak.
Su
riçi melul-mahzun soruyor:
“Ya ben ne olacağım?”

Pera sırıtıyor:

“Yağlı müşterilerimizi gezdirecek, mistik-egzotik-otantik bir müze”


Eskişehir'in mevcut durumu da bir şekilde bana bunu anımsatıyor. Bilmiyorum, belki Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerinde de durum bu şekildedir.

Yine de şekil olarak da İstanbul örneğine git gide yaklaşıyor Eskişehir. Odunpazarı'nı aradaki minik vadinin karşısından gören Karapınar mevkiinde yaklaşık bir yıldır yıkım çalışmaları yapılıyor fark ettiyseniz. Eskişehir'in en lüks noktası olacak orası; siteler, oteller, alışveriş merkezleri yapılacak oraya. Ve bir zaman sonra nasıl Pera-Maslak hattı Suriçi'ne tepeden bakıyorsa, Karapınar da Odunpazarı'na öyle tepeden bakacak. Tabi bunları zaman gösterecek...

Odunpazarı camilerinin kaderi

Biz gelelim asıl mevzumuza...

Geçtiğimiz yaz Odunpazarı'nın iç taraflarına doğru bir ziyaret yapmıştım. Tabi restore edilmiş kısımlar kadar düzenli değil her yer ama yine de genel olarak bir kenar mahalle havası da yok. Orta halli diyelim kısaca.

Odunpazarı'nda dolaşıyor olmam vesilesiyle birçok da camiye rastladım tabiki. Hepsi birbirine benzer, dikdörtgen planlı yapılar. Hem birbirlerine yakın tarihlerde yapılmış gibi duruyorlardı. Bir tanesinin kapısına kadar gittim, dış kapısını kilitliydi. Giremedim doğal olarak.

Başta hocamın muhabbetinden bahsetmiştim, muhabbetin bir kısmında bana restore edilmekte olan bir cami olduğunu söylemişti Odunpazarı'nda. Merak ettim tabiki. Gidip görmek gerekiyordu artık.

Bir süre araştırıp, isminin Hacı Hasan Camii olduğunu öğrendikten sonra yola çıktım ve camiyi buldum. Yolun bir kısmına kadar ilerleyince, buranın yazın geldiğim cami olduğunu da hatırlamıştım. Ama camiyi gördüğümde, bu halini hiç görmediğimden emindim. Henüz yeni restore edilmişti, belli. Çok daha farklı, güzel görünüyordu.

Muhtemelen Eskişehir'deki camilerin kaderiyle aynıydı onunki de. Güzelliğini örtmek için duvarları sıvanmıştı ve hatta daha önce Kurşunlu Camii'nde rastladığımız şekilde, iç kısmındaki süslemeler yok edilmiş bile olabilirdi. Kurşunlu Camii'ndeki bu uygulamanın fotoğrafı hemen aşağıda. Mihrabdaki süslemelerin üzerinin nasıl kapatıldığı ortada...



Odunpazarı'nda sadece benim bildiğim 10 kadar 100 yıldan daha eski tarihe sahip cami var. Acaba bunların tümü farklı mimari özelliklere sahipti de, onlar da mı sıvanıp şimdiki hallerine getirildi diye düşünmüyor değilim. Selefleri camileri kapatıp müzeye, daha da kötüsü ahıra çeviren yöneticilerin duyarsızlığından şüphelenmemek için bir sebep söyleyin bana...

Hacı Hasan Camii'ni bu güzel görünüme kavuşturanlardan Allah razı olsun. İç kısmını da daha düzenli hale getirirlerse çok daha güzel olacak tabiki. Darısı da ilgisiz kalmış tüm camilere, özellikle de Odunpazarı camilerine...

Hacı Hasan Camii Fotoğrafları

1 Kasım 2011 Salı

Eskişehir'de Müslüman ne yapsa iyi?!


Eskişehir’de faaliyet gösteren ES-EV Vakfı Başkanı Özcan Sarıer ile vakfın çalışmaları hakkında konuştuk.

İsmi UKBA Vakfı’ydı

Vakfın kuruluşundan ve geçmişinden biraz bahseder misiniz?

Vakfımız 1996 yılında UKBA Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı adıyla kuruldu. UKBA, Kur’an-ı Kerîm’de bahsedilen “Cennet Yurdu” manasına geliyor. Vakfımız sonraki süreçlerde ismini ES-EV (Eskişehir Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı) olarak değiştirdi. Mahiyet ve hedef olarak değil, sadece isim olarak bir yerelleşme gerçekleşti bu şekilde.

Eskişehir’de kurulan, Türkiye’nin diğer şehirlerinde merkezi olmayan bir vakıfız. Herhangi bir cemaatle veya kurumla birebir ilişkimiz bulunmuyor. İnsan temelli, insanı hedef alan, insanla ilgilenen ve insanla yola çıkıp insanla yolunu tamamlamaya çalışan bir vakıfız.

Tüm Müslümanlar kardeşimiz!ES-EV

Vakfınızda ne gibi çalışmalar oluyor?

Biz yerel anlamda bir vakıfız ama insanlık âleminde bir organizma olduğumuzun, bütün insanlar ve özellikle Müslümanlarla ilişki içerisinde olmamız gerektiğinin de farkındayız. Bundan dolayı İslamî düşünce önderleri ve entelektüel kesimle diyalog içerisindeyiz ve onlardan faydalanmaya çalışıyoruz.

Etkinliklerimizin temelini oluşturan şeyleri şu soruları sorarak elde edebiliriz; İnsanı insan eden unsurlar nedir ve Allah insana ilk önce ne şekilde hitap eder? Allah öncelikle insanın aklına hitap eder. Bundan dolayı akla hitap eden, düşünce merkezli çalışmalar yapıyoruz. Hem dil yönünde, hem kavram yönünde, hem Kur’an tefsiri, hem meal, hem Esma-ül Hüsna yönünde ve bir de 60 kadar çocuğun eğitilmesi yönünde çalışmalarımız var. Aklın terbiye edilmesi ve çalıştırılması gerektiğini düşündüğümüzden dolayı bu yönde etkinliklerimiz var.

İnsanın Allah’a karşı sorumluluğunu oluşturan şey ibadettir. İbadet, insana insanlığını ve Allah’a kulluk bilincini hatırlatır. Biz de bunu hatırlatmaya çalışıyoruz. Bir de çevremizde ihtiyaç sahipleri varsa, onların yanında olmamız gerektiğinin, onlarla bir şeyler paylaşmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Onlarla da öğrenciler olsun, yardıma muhtaç aileler olsun, kardeş olmaya çalışıyoruz. Allah’ın verdiği imkân nispetinde onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Özellikle eğitim ve ders niteliğindeki etkinliklerinize en çok hangi kesim katılıyor?

Hedef kitlemiz değişken bu konuda. Vakfımızda bir bayanlar komisyonumuz var ve haliyle bayanların bir yoğunluğu var etkinliklerimizde. Bir de ortak yaptığımız çalışmalar var. Mesela Cuma akşamları belirli bir zamandan beri devam eden nüzul sırasına göre tefsir derslerimiz var. Şu anda Araf suresine geldik. Burada katılımcılarımız hem bayanlardan, hem de erkeklerden oluşuyor.

Genelde yaptığımız çalışmanın mahiyetine göre farklı kesimlerden insanlar katılıyor etkinliklere. Yalnız aileye, yalnız kadına, yalnız çocuğa veya yalnız erkeğe yönelik etkinlikler oluyor. Bazen de bu insanların aynı ortamı paylaştığı ortak etkinlikler yapıyoruz.

Önemli simaları ES-EV’de

Geçmiş yıllarda vakfınızda Abdurrahman Dilipak, Atasoy Müftüoğlu gibi önemli şahsiyetleri ağırladınız ve söyleşiler düzenlediniz. Bu gibi etkinlikler devam edecek mi?

Atasoy MüftüoğluBu sene özellikle bu gibi etkinliklerin daha yoğun olmasını istiyoruz. Aylık periyotlar halinde Türkiye’deki insanî ve İslamî düşünceyi oluşturan önemli simaları vakfımızdaki programlara çağırıp onların fikirlerinden faydalanmak istiyoruz. Bunun etkili bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Bunların düzenlenmesi için çalışmalarımız devam ediyor.

Geçen yıl düzenlediğiniz Atasoy Müftüoğlu söyleşisi çok geniş bir katılımla gerçekleşmişti…

Bu programlara Allah izin verirse yine Atasoy Müftüoğlu ile başlamak istiyoruz. Atasoy Abi kendisini geliştiren, yetiştiren, dertli bir insan. Eskişehir’deki bu tür faaliyetlere de bazı prensiplerinden dolayı pek fazla icabet etmeyen birisi. Ama bizi bu güne kadar kırmadı, şimdi de kırmayacağına inanıyorum.

Eskişehir gibi “öğrenci şehri” olarak tabir edilen bir yerde üniversiteli kesime ulaşabiliyor musunuz?

Üniversiteli bayanlarımız var vakfımızda faaliyetlerde bulunan fakat üniversiteli erkeklere ulaşmakta sıkıntılarımız var. Birçok sebebi var bunun. Öncelikle onların dilini konuşacak bir insan yok aramızda, bu bir özeleştiridir. O gençlerin kendilerini buraya ait hissedebilmeleri, kendilerini bulup ifade edebilmeleri için yeterli bir ortam gerekli. Bunu yapamadıktan sonra üniversiteli gençliğin buraya gelmesi pek mümkün olmuyor.

Bu ortamı oluşturacak insan altyapısında, fikir ve organizasyon altyapısında eksiklerimiz var, evet. Bir de üniversiteli gençlerin Eskişehir’de arayış içerisinde olmamasından dolayı, bu gençliğin okumayan, araştırmayan, sorumluluk duygusu olmayan bir gençlik olmasından dolayı böyle bir problemimiz olabilir. İlginçtir, üniversiteli dediğimiz zaman okuyan, araştıran, sorumluluk sahibi insanlar hayal ederiz hep ama burada durum farklı.

Bu konuda hedeflerimiz de, dertlerimiz de çok büyük aslında. Gençlik hayat kazandırır, bunun da bilincindeyiz. O kesimle diyaloga geçemiyor olmamız bizi zihinsel olarak çok fazla yoruyor.

Son olarak, bütün bunlara eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?

Biz vakıf olarak Allah’ın bize yüklemiş olduğu, “Allah’a karşı takva, insana karşı ahlak ve erdem bilinci”ni geliştirmek, insana bir nebze olsun doğru olanları hatırlatmak derdiyle çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar aynen bir karıncanın Hz. İbrahim ateşteyken taşıdığı suyun ateşi söndüremeyeceğini bile bile o suyu taşımaya devam etmesi gibidir. Biz de kendi ortamımızda, etrafımızda yanan kötülük ve çirkinlik ateşini söndürmek, söndürürken bir yandan da güzellikleri göstermek adına çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar hem inanç hem ilim hem de insani değerler temelinde olan çalışmalardır. İnşallah dünya Müslümanlarının yaptığı çalışmalara bizim çalışmalarımız da küçük bir katkı sağlarsa, bundan bahtiyar ve mutlu olacağız.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, çalışmalarınızda Allah yardımcınız olsun…

Ben teşekkür ederim, Allah sizin de yardımcınız olsun…

Vakfın güncel olmasa da, internet sitesine www.es-ev.com adresinden ulaşabilirsiniz. Vakıf merkezinin adresi: Kurtuluş mah. Vatan cad. Sidar Apt. A Blok No: 30/D Eskişehir

İsmail Kaplan konuştu


Bu yazı, 31 Ekim 2011 tarihinde dunyabizim.com adresinde yayınlanmıştır. Link: http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=7800