13 Aralık 2011 Salı

GERÇEK İHTİYAÇLAR İLE SINIRSIZ İSTEKLERİN DENGELENMESİNDE TASAVVUF | Nazif GÜRDOĞAN

Efendim hepinizi selamlıyorum. Bu toplatıyı düzenleyen arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum.

Bugünkü toplum ister Amerikan toplumu, ister Avrupa toplumu, ister bizim toplumumuz olsun büyük bir tüketim yarışı içinde... İnsanlar ister Amerika, ister Avrupa, isterse de Asya ve Afrika kıtasında yaşasınlar, giderek büyük bir köye dönüşen dünyada, bir reklâm saldırısıyla yüzyüzedirler. Hepimiz hergün akıl almaz bir şekilde tüketime koşturuyoruz. Bütün bir insanlık, her gün yeni birşeyler satın almayla öylesine meşgul ediliyor ki; ne düşünmeye, ne doğruyu aramaya ne de yakınlarının dertleriyle ilgilenmeye vakit bulabiliyor. Dünyanın her ülkesinde insanlar, evleriyle alışveriş merkezleri arasında adeta mekik dokuyorlar. Gerçekten ihtiyaç olup olmadığına bakmadan, durmadan birşeyler satınalma, günlük yaşantının vazgeçilmez bir parçası haline gelmekten öte, herkesin özendiği bir hayat tarzına dönüştü.

Evler artık küçük bir fabrika haline geldi. Günümüzde pek çok evde tek bir araba, buzdolabı, televizyon ve telefonla yetinilmiyor. Evler ile pazarlar arasında trafik giderek yoğunlaşıyor. Evin dışındaki yoğun trafik, evlerin içinde de kendini gösteriyor. Ailelerarası ve aileiçi harcama yarışı ekonominin belkemiğini oluşturuyor. Televizyonlar sabahlara kadar kapatılmıyor. Evler beyaz ve kahverengi eşyaların işgali altında. Duvarlar, pencereler, parkeler neredeyse her gün silinip temizleniyor. Evlerin yönetimi büyük bir sanayiye dönüştü. Toplumda herkes şöyle ya da böyle bu sanayinin güclenmesine önemli ölçüde katkılarda bulunuyor. İstanbul'da büyük bir süpermarkete gidildiğinde, toplumun nasıl bir tüketim krizine yakalandığı açıkça gözlenebilir.

İnsanlar, gerçek ihtiyaçlarıyla sınırsız istekleri arasında sonu gelmez bir yarış içindeler. İnsanların karnı tok, sırtı pek ama gözleri aç, istekleri sınırsız... Bir ekonomide gerçek ihtiyaçları karşılamak, bir ölçüde mümkündür. Ancak, sınırsız istekleri tatmin etmek hiç bir zaman mümkün değildir. İnsanların karınları her zaman doyurulabilir; ancak gözlerinin doyurulması imkânsızdır. İnsana bir vadi dolusu ürün verseniz, peşinden ikinci bir ürün dolu vadi ister. İnsanın kazanma yeteneği modern dünyada öylesine istismar edildi ki, açgözlülük bilimin, teknolojinin, ekonominin ve sanatın odak noktası haline getirildi. Bolluk, insanın gerçek ihtiyaçlarını karşılamasından daha çok sınırsız isteklerinin körüklenmesine yolaçtı. İstekleri doyurma için, kazanma yolunda insanın tutum ve davranışlarını belirleyen erdem, erdemsizlik oldu.

Eskiden tutumluluk bir erdemdi. Şimdi ise israf bir erdem. Ne kadar çok harcıyorsanız, ne kadar çok tüketim yapıyorsanız o kadar çok değer kazanıyorsunuz. Tüketim bir statü göstergesi haline geldi. Amerikalıların bir deyimi var: "Arabanızdan daha güzel olamazsınız. Arabanız ne kadar güzel ise; siz de o kadar iyi, o kadar güzelsiniz." Bu tür değer yargıları oluştu. Ve bu değer yargıları sadece Amerika toplumunda, Avrupa toplumunda değil bütün dünyada geçerli hale geldi.

Alışveriş merkezlerinin mâbet gibi ziyaret edildiği bir dönemde, bizler müşlümanlar olarak ne yapabiliriz?.. Alışverişin böylesine yüceltildiği bir yapıda, dünya ile ahiretin bütünleştirilmesi nasıl gerçekleştirilebilir?.. Harcamanın değil, tutumluluğun bir erdem olduğu anlatılmazsa, ihtiyaçlarla isteklerin arasını açmak mümkün olmayacaktır. Ayrıca gerçek ihtiyaçlarla, sınırsız isteklerin arasına metafizik değerler yerleştirilmezse, toplumların çözülmesinin ve dağılmasının önüne geçmek oldukça güçtür.

Tüketimle gelen mutluluğun yerine, üretimle kazanılan erdemi geçirmede, elimizdeki tek kaynak, kutsal kitapların sonuncusu Kur'an'dır. İnsanlığın bilim ve teknolojinin biçimlendirdiği ekonominin haberlerine değil, peygamberlerin verdiği haberlere ihtiyacı var. Ekonominin insan ile Allah arasına yükselttiği duvarları yıkmak için, dünya sevgisiyle kirlenen insan gönlünün, Allah sevgisiyle arıtılması gerekir. Bunun en etkin ve kestirme yolu da, bizim kültürümüzde vazgeçilmez bir yer tutan tasavvuftur.

Tasavvuf, --Sezai Karakoç'un deyişiyle-- "Allah önünde her varı yok görmenin yoludur." Bütün bir hayatı tüketime ayarlayanlar, önünde ya da sonunda, büyük çöküntüyle karşı karşıya gelirler. Çünkü, kim dünyadan sınırsız isteklerini karşılamak için gerçek ihtiyacından daha fazlasını alırsa, farkında olmadan, ölüm sebebini almış olur.

Tasavvuf, en genel anlamıyla, müslümanların az yemesini, az konuşmasını ve az uyumasını öğrenmeleridir. Az uyumasını, az yemesini ve az konuşmasını öğrenenler, alan el değil veren el olmasını da kolaylıkla başarabilirler. Aslında veren el olmasını başaranlar, İslâm'ın ana ilkeleriyle sınirsız isteklerini dizginleyebilenlerdir. O zaman ekonomi gerçek ihtiyaçların karşılanmasına yönelerek, hayatın devam etmesinin vazgeçilmez bir aracına dönüşür. Böylece tasavvufun getirdiği yaşama biçiminde, sınırsız istekler ile gerçek ihtiyaçlar arasında eşsiz bir denge kurulur.

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de tasavvufun yolu, kötü niyetliler tarafından istismar edilebilir. Ancak tasavvuf istismar ediliyor diye, insanın gönlünün zenginleştirilmesinin bir yolu olan tasavvufu, hepten yok saymak mümkün değildir. Çünkü hiç bir müslüman, ayetler yanlış anlaşılıyor diye Kur'an'dan uzak kalamaz. Allah ve Rasûlü'nün sevgisiyle dolmayan gönüller, sınırsız isteklerle güç ve yoğunluk kazanan dünya sevgisiyle dolar. Onlar da Mevlânâ'nın ünlü benzetmesinde olduğu gibi, hayat gemisinin yüzmesine değil batmasına yolaçarlar.

İslâm, Yahya Kemal'in benzetmesiyle, bir cihad medeniyetidir. Cihadın bir yönü içe, bir yönü de dışa dönüktür. Güç olan cihadın içe dönük yönüdür. İç dünyasını güzelleştiremeyenler, dış dünyalarını güzelleştiremezler. Tesbih çekmesini bilmeyenler, silah çekmesini bilmezler. Çünkü tesbih çekmek en kolay; en kolayı başaramayanlar, en zorunu daha zor başarırlar. O yüzden insanlar belirli bir iç dünyanın eğitiminden geçmeden kitap ve sünneti İslamın temel kaynaklarını, hayatlarına geçirmekte zorluk çekebilirler.

İç dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı Mesnevî'de, dış dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı da Mukaddime'dedir. Ancak onlar bir bütündür. Kur'an ve Sünnet'in çizdiği çerçeve içinde, biri diğerini zenginleştirerek, inanan insana büyük bir dinamizm kazandırırlar. Hayatın her alanında, inanan bir insandan daha verimli bir kaynak ve daha vurucu bir silâh yoktur.

Ekonominin bütün bir hayatın odak noktasına yerleştirilmesinin sonucu ortaya çıkan sınırsız istekleri dizginlemenin eşsiz araçlarından biri oruçtur. Oruç, müslümanlarda gözü olduğu kadar gönlü de doyurmanın eylemidir. Açgözlülük oruçla giderilir.

Bu yüzden tasavvufta, ramazan ayı dışında da haftada en azından iki gün oruç tutma vazgeçilmez bir yer tutar. Çoğu kez, gün aşırı olmak üzere, Davud Peygamber orucu önerilir. Böylece sınırsız isteklerin önü oruçla kesilir. Müslümanlar, yılda bir ay olan orucu, tasavvufta olduğu gibi bütün bir yıla yayarlarsa, günlük yaşantı eşsiz bir dönüşüme uğrayarak, akılalmaz bir biçimde yalınlaşır. Her alanda yaşanan kaos, büyük olçüde ortadan kalkar.

Tasavvufun değiştiri ve dönüştürü potasında tek tek olgunlaşan, yeri ve zamanı gelince hep birlikte gün aşırı oruç tutmasını bilenler, gerçekten dünyayı değiştirecek gücü ele geçirirler. Aslında müşlümanlar, ellerindeki oruç gibi silahı etkili bir biçimde kullanabilirlerse, dünya ekonomisinin yönünü ve yoğunluğunu büyük ölçüde değiştirebilirler.

Herkes bilir ki, tüketilmeyen bir ürünün en güçlü bir ekonomi içinde bile üretilmesinin ekonomik açıdan hiç bir anlamı yoktur. Çünkü, gelişmiş ekonomilerde üretim gerçek ihtiyaçları karşılamaktan daha çok, sınırsız istekleri tatmin etmeye dönüktür. Oruçla sınırsız isteklerin önünün kesildiği bir toplumda, ekonomi gerçek ihtiyaçları karşılama bilimi olmak zorunda kalır.

Günün insanı, isteklerinin peşinde koşarak, Allah'tan habersiz iç dünyasını zenginleştireceğini sanıyor. Oysa iç dünyanın olgunlaşması Peygamber sevgisiyle silahlanmayı gerektirir. Peygamber sevgisiyle silahlanmayan insanların, kendilerini, çevrelerini ve toplumlarını değiştirmeleri mümkün değildir.

Sınırsız isteklerin bütün bir insanlığı ana sütünün bir çocuğu çektiği gibi peşinden surüklediği, ekonomik yapının dışına çıkabilmek için, tasavvufun yolu içinde olgunlaşarak, gerçek ihtiyaçların bilincine varmak gerekir. O zaman, insan ekonomiye değil ekonomi insana hizmet eder hale gelecektir. Böyle bir yapıda müşlümanlar dünyanın peşinden koşmaz, dünya müslümanların ardından gelir.

Günümüzün problemi, insanların tek tek olgunlaşarak üzerlerine bir yağmur gibi gelen bir mesaj bombardımına karşı hep birlikte hareket edebilmeyi öğrenmektir. Aslında biz müslümanların bugün elimizde, bundan daha güçlü bir silahımız da yoktur. İktisatta bir kural vardır. Tüketiciler bir malı alarak o malı alanları ödüllendirirler. Bir malı alamıyarak da o malı üretenleri cezalandırırlar.

Bugün üzerimize gelen Batı toplumuna karşı elimizdeki en güçlü silah gerçekten budur. Bizi hiç kimse zorlayarak silahla ne kola içiriyor, ne nescafe içiriyor, ne Amerikan dizileri seyrettiriyor, ne de bluejean pantolon giydiriyor, ne de kravat taktırıyor. Hepimiz bunları gönüllü olarak yapıyoruz. Biz hep birlikte hareket ederek bize saldıran medyaya, tüketim ekonomisine karşı tavır takınabilirsek; yeri geldiği zaman, onların ye dediklerini yemeyebilirsek, giy dediklerini giymeyebilirsek, iç dediklerini içmeyebilirsek; biz dünyanın peşinden değil, dünya bizim peşimizden gelir. Günümüzün problemi dünyanın peşinden gitmek değil, dünyayı peşimizden getirmektir.

İnsanların tutum ve davranışlarını basitleştirerek, basit ve sade yaşamasını öğrenerek, bu üzerimize saldıran ekonomiye direnebilir ve o ekonomiyi kendi istediğimiz doğrultuya yöneldirebiliriz. Bunun için elimizde inanmış bir insandan daha güçlü bir silah yoktur. Benim yine, Görünmeyen Üniversite isimli kitabımda detaylı olarak anlatmaya çalıştığım gibi, çağımızın problemlerinin üstesinden gelmede elimizdeki en güçlü silah budur. Biz hiç bir şeyimizle bizden olmayanlara benzemeyerek ve her şeyimizle onlara muhalefet ederek onları hizaya sokabiliriz.

Ben sözü fazla uzatmak istemiyorum. Hepinizi sevgi ile saygı ile tekrar selamlıyorum.

13. 11. 1994 - Eskişehir

20 Kasım 2011 Pazar

Tarihi Sıvamak


Geçtiğimiz günlerde bir hocamızla oturmuş muhabbet ediyoruz. Konu dönüp dolaşıp Odunpazarı'na geliyor. Odunpazarı denilince benim için sohbetin havası değişiyor tabii. Koskoca şehirde huzur bulduğum tek yerden bahsediyoruz ne de olsa.

Hocam da benimle aynı mevzulardan yakınıyor; bakımsızlık, bilinçsizlik, özensizlik vesaire. Hak ettiği ilgiyi şurada 4-5 senedir gören; onda da tevhidsiz tasavvufa, bilinçsiz gezmelere, turizm merkezine dönmelere kurban edilmek üzere olan bir yerden bahsediyoruz. Oysa ki Odunpazarı öyle basit bir yer değil. Bilinçli bir şekilde yok edilmeye çalışılan şehir kimliğinin Eskişehir'de ayakta kaldığı belki de tek yer. Orayı basit bir turistik mekan gibi gezmek, başlı başına haksızlıktır.

Turistik mekan demişken, Mustafa Kutlu Huzursuz Bacak kitabında İstanbul'un tarihi yarımadasından bahsederken bir benzetmede bulunur. Şöyle alıntılayalım:

Gökdelenlerin Pera-Maslak hattında oluşturdukları siluet, suriçi İstanbul’un kubbe ve minarelerden oluşan siluetine meydan okuyarak “güç bende” diyor.
Yani.

Yani bundan böyle İstanbul benim ardımsıra gelecek, beni takip edecek, bana inanacak.
Su
riçi melul-mahzun soruyor:
“Ya ben ne olacağım?”

Pera sırıtıyor:

“Yağlı müşterilerimizi gezdirecek, mistik-egzotik-otantik bir müze”


Eskişehir'in mevcut durumu da bir şekilde bana bunu anımsatıyor. Bilmiyorum, belki Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerinde de durum bu şekildedir.

Yine de şekil olarak da İstanbul örneğine git gide yaklaşıyor Eskişehir. Odunpazarı'nı aradaki minik vadinin karşısından gören Karapınar mevkiinde yaklaşık bir yıldır yıkım çalışmaları yapılıyor fark ettiyseniz. Eskişehir'in en lüks noktası olacak orası; siteler, oteller, alışveriş merkezleri yapılacak oraya. Ve bir zaman sonra nasıl Pera-Maslak hattı Suriçi'ne tepeden bakıyorsa, Karapınar da Odunpazarı'na öyle tepeden bakacak. Tabi bunları zaman gösterecek...

Odunpazarı camilerinin kaderi

Biz gelelim asıl mevzumuza...

Geçtiğimiz yaz Odunpazarı'nın iç taraflarına doğru bir ziyaret yapmıştım. Tabi restore edilmiş kısımlar kadar düzenli değil her yer ama yine de genel olarak bir kenar mahalle havası da yok. Orta halli diyelim kısaca.

Odunpazarı'nda dolaşıyor olmam vesilesiyle birçok da camiye rastladım tabiki. Hepsi birbirine benzer, dikdörtgen planlı yapılar. Hem birbirlerine yakın tarihlerde yapılmış gibi duruyorlardı. Bir tanesinin kapısına kadar gittim, dış kapısını kilitliydi. Giremedim doğal olarak.

Başta hocamın muhabbetinden bahsetmiştim, muhabbetin bir kısmında bana restore edilmekte olan bir cami olduğunu söylemişti Odunpazarı'nda. Merak ettim tabiki. Gidip görmek gerekiyordu artık.

Bir süre araştırıp, isminin Hacı Hasan Camii olduğunu öğrendikten sonra yola çıktım ve camiyi buldum. Yolun bir kısmına kadar ilerleyince, buranın yazın geldiğim cami olduğunu da hatırlamıştım. Ama camiyi gördüğümde, bu halini hiç görmediğimden emindim. Henüz yeni restore edilmişti, belli. Çok daha farklı, güzel görünüyordu.

Muhtemelen Eskişehir'deki camilerin kaderiyle aynıydı onunki de. Güzelliğini örtmek için duvarları sıvanmıştı ve hatta daha önce Kurşunlu Camii'nde rastladığımız şekilde, iç kısmındaki süslemeler yok edilmiş bile olabilirdi. Kurşunlu Camii'ndeki bu uygulamanın fotoğrafı hemen aşağıda. Mihrabdaki süslemelerin üzerinin nasıl kapatıldığı ortada...



Odunpazarı'nda sadece benim bildiğim 10 kadar 100 yıldan daha eski tarihe sahip cami var. Acaba bunların tümü farklı mimari özelliklere sahipti de, onlar da mı sıvanıp şimdiki hallerine getirildi diye düşünmüyor değilim. Selefleri camileri kapatıp müzeye, daha da kötüsü ahıra çeviren yöneticilerin duyarsızlığından şüphelenmemek için bir sebep söyleyin bana...

Hacı Hasan Camii'ni bu güzel görünüme kavuşturanlardan Allah razı olsun. İç kısmını da daha düzenli hale getirirlerse çok daha güzel olacak tabiki. Darısı da ilgisiz kalmış tüm camilere, özellikle de Odunpazarı camilerine...

Hacı Hasan Camii Fotoğrafları

1 Kasım 2011 Salı

Eskişehir'de Müslüman ne yapsa iyi?!


Eskişehir’de faaliyet gösteren ES-EV Vakfı Başkanı Özcan Sarıer ile vakfın çalışmaları hakkında konuştuk.

İsmi UKBA Vakfı’ydı

Vakfın kuruluşundan ve geçmişinden biraz bahseder misiniz?

Vakfımız 1996 yılında UKBA Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı adıyla kuruldu. UKBA, Kur’an-ı Kerîm’de bahsedilen “Cennet Yurdu” manasına geliyor. Vakfımız sonraki süreçlerde ismini ES-EV (Eskişehir Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı) olarak değiştirdi. Mahiyet ve hedef olarak değil, sadece isim olarak bir yerelleşme gerçekleşti bu şekilde.

Eskişehir’de kurulan, Türkiye’nin diğer şehirlerinde merkezi olmayan bir vakıfız. Herhangi bir cemaatle veya kurumla birebir ilişkimiz bulunmuyor. İnsan temelli, insanı hedef alan, insanla ilgilenen ve insanla yola çıkıp insanla yolunu tamamlamaya çalışan bir vakıfız.

Tüm Müslümanlar kardeşimiz!ES-EV

Vakfınızda ne gibi çalışmalar oluyor?

Biz yerel anlamda bir vakıfız ama insanlık âleminde bir organizma olduğumuzun, bütün insanlar ve özellikle Müslümanlarla ilişki içerisinde olmamız gerektiğinin de farkındayız. Bundan dolayı İslamî düşünce önderleri ve entelektüel kesimle diyalog içerisindeyiz ve onlardan faydalanmaya çalışıyoruz.

Etkinliklerimizin temelini oluşturan şeyleri şu soruları sorarak elde edebiliriz; İnsanı insan eden unsurlar nedir ve Allah insana ilk önce ne şekilde hitap eder? Allah öncelikle insanın aklına hitap eder. Bundan dolayı akla hitap eden, düşünce merkezli çalışmalar yapıyoruz. Hem dil yönünde, hem kavram yönünde, hem Kur’an tefsiri, hem meal, hem Esma-ül Hüsna yönünde ve bir de 60 kadar çocuğun eğitilmesi yönünde çalışmalarımız var. Aklın terbiye edilmesi ve çalıştırılması gerektiğini düşündüğümüzden dolayı bu yönde etkinliklerimiz var.

İnsanın Allah’a karşı sorumluluğunu oluşturan şey ibadettir. İbadet, insana insanlığını ve Allah’a kulluk bilincini hatırlatır. Biz de bunu hatırlatmaya çalışıyoruz. Bir de çevremizde ihtiyaç sahipleri varsa, onların yanında olmamız gerektiğinin, onlarla bir şeyler paylaşmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Onlarla da öğrenciler olsun, yardıma muhtaç aileler olsun, kardeş olmaya çalışıyoruz. Allah’ın verdiği imkân nispetinde onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Özellikle eğitim ve ders niteliğindeki etkinliklerinize en çok hangi kesim katılıyor?

Hedef kitlemiz değişken bu konuda. Vakfımızda bir bayanlar komisyonumuz var ve haliyle bayanların bir yoğunluğu var etkinliklerimizde. Bir de ortak yaptığımız çalışmalar var. Mesela Cuma akşamları belirli bir zamandan beri devam eden nüzul sırasına göre tefsir derslerimiz var. Şu anda Araf suresine geldik. Burada katılımcılarımız hem bayanlardan, hem de erkeklerden oluşuyor.

Genelde yaptığımız çalışmanın mahiyetine göre farklı kesimlerden insanlar katılıyor etkinliklere. Yalnız aileye, yalnız kadına, yalnız çocuğa veya yalnız erkeğe yönelik etkinlikler oluyor. Bazen de bu insanların aynı ortamı paylaştığı ortak etkinlikler yapıyoruz.

Önemli simaları ES-EV’de

Geçmiş yıllarda vakfınızda Abdurrahman Dilipak, Atasoy Müftüoğlu gibi önemli şahsiyetleri ağırladınız ve söyleşiler düzenlediniz. Bu gibi etkinlikler devam edecek mi?

Atasoy MüftüoğluBu sene özellikle bu gibi etkinliklerin daha yoğun olmasını istiyoruz. Aylık periyotlar halinde Türkiye’deki insanî ve İslamî düşünceyi oluşturan önemli simaları vakfımızdaki programlara çağırıp onların fikirlerinden faydalanmak istiyoruz. Bunun etkili bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Bunların düzenlenmesi için çalışmalarımız devam ediyor.

Geçen yıl düzenlediğiniz Atasoy Müftüoğlu söyleşisi çok geniş bir katılımla gerçekleşmişti…

Bu programlara Allah izin verirse yine Atasoy Müftüoğlu ile başlamak istiyoruz. Atasoy Abi kendisini geliştiren, yetiştiren, dertli bir insan. Eskişehir’deki bu tür faaliyetlere de bazı prensiplerinden dolayı pek fazla icabet etmeyen birisi. Ama bizi bu güne kadar kırmadı, şimdi de kırmayacağına inanıyorum.

Eskişehir gibi “öğrenci şehri” olarak tabir edilen bir yerde üniversiteli kesime ulaşabiliyor musunuz?

Üniversiteli bayanlarımız var vakfımızda faaliyetlerde bulunan fakat üniversiteli erkeklere ulaşmakta sıkıntılarımız var. Birçok sebebi var bunun. Öncelikle onların dilini konuşacak bir insan yok aramızda, bu bir özeleştiridir. O gençlerin kendilerini buraya ait hissedebilmeleri, kendilerini bulup ifade edebilmeleri için yeterli bir ortam gerekli. Bunu yapamadıktan sonra üniversiteli gençliğin buraya gelmesi pek mümkün olmuyor.

Bu ortamı oluşturacak insan altyapısında, fikir ve organizasyon altyapısında eksiklerimiz var, evet. Bir de üniversiteli gençlerin Eskişehir’de arayış içerisinde olmamasından dolayı, bu gençliğin okumayan, araştırmayan, sorumluluk duygusu olmayan bir gençlik olmasından dolayı böyle bir problemimiz olabilir. İlginçtir, üniversiteli dediğimiz zaman okuyan, araştıran, sorumluluk sahibi insanlar hayal ederiz hep ama burada durum farklı.

Bu konuda hedeflerimiz de, dertlerimiz de çok büyük aslında. Gençlik hayat kazandırır, bunun da bilincindeyiz. O kesimle diyaloga geçemiyor olmamız bizi zihinsel olarak çok fazla yoruyor.

Son olarak, bütün bunlara eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?

Biz vakıf olarak Allah’ın bize yüklemiş olduğu, “Allah’a karşı takva, insana karşı ahlak ve erdem bilinci”ni geliştirmek, insana bir nebze olsun doğru olanları hatırlatmak derdiyle çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar aynen bir karıncanın Hz. İbrahim ateşteyken taşıdığı suyun ateşi söndüremeyeceğini bile bile o suyu taşımaya devam etmesi gibidir. Biz de kendi ortamımızda, etrafımızda yanan kötülük ve çirkinlik ateşini söndürmek, söndürürken bir yandan da güzellikleri göstermek adına çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar hem inanç hem ilim hem de insani değerler temelinde olan çalışmalardır. İnşallah dünya Müslümanlarının yaptığı çalışmalara bizim çalışmalarımız da küçük bir katkı sağlarsa, bundan bahtiyar ve mutlu olacağız.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, çalışmalarınızda Allah yardımcınız olsun…

Ben teşekkür ederim, Allah sizin de yardımcınız olsun…

Vakfın güncel olmasa da, internet sitesine www.es-ev.com adresinden ulaşabilirsiniz. Vakıf merkezinin adresi: Kurtuluş mah. Vatan cad. Sidar Apt. A Blok No: 30/D Eskişehir

İsmail Kaplan konuştu


Bu yazı, 31 Ekim 2011 tarihinde dunyabizim.com adresinde yayınlanmıştır. Link: http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=7800

29 Ekim 2011 Cumartesi

Eskişehir Notları - 1

* ES-EV Vakfı diye güzel biryer var, bir uğrayıp selam verin, çay için derim. Denk gelirse vakıf başkanı Özcan abi ile de görüşün. Adres: Kurtuluş mah. Vatan cad. Sidar Apt. A Blok No: 30/D

* Birlik Vakfı'nda da güzel etkinlikler oluyor. Pazar günleri Hukukçular Kulübü tarafından paneller düzenleniyor. Şu Facebook grubundan etkinlikleri takip edebilirsiniz mesela: http://www.facebook.com/groups/272354446132792/

* Hacı Havva Camii imamı Ferruh hocanın kıraati harika, bir gün kendisinden Kur'an-ı Kerim dinlemeyi çok isterim...

* Aynı şekilde Kurşunlu Camii müezzini İsmail abi de hem güzel okuyor, hem de çok iyi müezzinlik yapıyor.

* Odunpazarı Mezarlığı, gezerken huzur dolduruyor insanın içine. İbrahim Tenekeci'nin "Bilemem, neden ıssız caddedeki kalabalık / Niye cıvıl cıvıl mezarlıklar." satırları aklıma geliyor içindeyken. Aynı zamanda Şeyh Edebali'nin olduğu rivayet edilen bir türbe var içeride fakat şirk ve bidatlarla dolu olduğunu söylemem gerek (Türbenin önüne kum sermişler, isteyen oraya dileğini yazıyor/çiziyor. Kimisi türbeye karşı durup namaz kılıyor vs...)

* Odunpazarı'ndan aşağıya doğru inesi gelmiyor insanın...

* Soğuk havalarda içimizi ısıtacak güzel anılar edinmek gerek...

25 Ekim 2011 Salı

Kurşunlu'nun 100 yıllık fotoğrafları

Kurşunlu Külliyesi'ni bilirsiniz, yani beni tanıyorsanız en az bir defa ismini duymuşsunuzdur muhtemelen. Çakma bir modernlik içerisinde savrulan Eskişehir'de insanın nefes alabildiği nadir yerlerden birisidir orası. Odunpazarı'nı kesen caddeden yukarıya doğru çıktıkça zaman değişir ve 1525'e varır Kurşunlu'ya gelince. Kanuni'nin vezirlerinden Melek Mustafa Paşa (Kimi kaynaklarda da Çoban Mustafa Paşa olarak geçer) Odunpazarı'nın ortasına bu külliyeyi yaptırır. Bir de cami girişine şu kitâbe yazılır: "Bu hayırlı yapı, vaktin padişahı Sultan Süleyman vezir-i sani Mustafa Paşa tarafından Allah'ın hoşnutluğu ve rızası istenerek yaptırılmıştır."

Aradan zaman geçer, Mimar Sinan tarafından bir de kervansaray eklenir külliyeye ve şimdiki halini alır hemen hemen. Ve yıl 1536 olur. Kanuni muhtemelen Irakeyn Seferi'nden dönüyordur ordusuyla birlikte ve yol üzerinde tabii ki Odunpazarı da vardır. Yolu tam da buraya düştüğünde, yanındaki minyatürcü Matrakçı Nasuh, Odunpazarı'nı tasvir ediverir. Kurşunlu Külliyesi bellidir o minyatürde:


Kurşunlu yüzyıllar boyunca tam ortasındadır Odunpazarı'nın. Caminin o etkileyici kubbesi, caminin ön tarafındaki Mevlevîhânesi, kervansarayı ile birlikte tam bir Osmanlı yapısı, bir yaşam merkezidir.

Ve fotoğraf icad olunur, Osmanlı topraklarına kadar gelir. Her güzel eser olduğu gibi Kurşunlu'da fotoğraflanır birkaç kez. 1800'lerin sonlarından 1920'lere kadar çekilen bu fotoğraflara bakıp değişen pek birşey olmadığını görünce bir nevi tarihte yolculuğa çıkarız biz de her bakışımızda.

Alttaki üç fotoğraf 19. yüzyılın sonlarına ait. Odunpazarı mahalleleri arasında Kurşunlu Külliyesi görünüyor. Üçüncü fotoğraf, caminin ön tarafındaki mevlevihanenin önünde çekilmiş. Mevleviler ve muhtemelen mahallenin çocukları, belki de hemen oradaki sıbyan mektebinin talebeleri yer almış fotoğrafta. Dikkat çeken bir diğer ayrıntı, hemen semâhânenin üzerinde bulunan kule. Bu kule 1960'lara kadar saat kulesi vazifesi görürken, başarısız restorasyonlar yüzünden bugüne gelememiş...




Başka iki fotoğraf da hemen aşağıda. Bunlar da üsttekilerle muhtemelen aynı zamana geliyor, Sultan II. Abdülhamid zamanında çekilmiş iki fotoğraf. Üstteki fotoğraflarda yer almayan bir ayrıntı, cami yanındaki bakımsız yapı. Yine de bu iki fotoğrafa bakıp bir de caminin şimdiki haline bakınca şaşırıp kalıyorsunuz ve anlıyorsunuz ki, o cami gerçekten 500 yıldır orada ve ayakta!



Geçtiğimiz yazın ilk günlerindendi, 4 Haziran. Akşam namazı için Kurşunlu'ya çıkmıştık bir arkadaşla ve saat epeyce ilerlemişti. İşte o akşam, Kurşunlu civarında görebileceğiniz en güzel insanlardan biri olan Ali abi bir fotoğraf göstermişti bana. Küçük bir çerçeve içerisinde yine küçük bir fotoğraf. Bir fotoğrafa bakıyordum, bir de başımı kaldırıp camiye bakıyordum. Gerçekten çok ilginç... Ben de o anda fotoğrafın çekildiği yerde duruyordum ve bu alttaki fotoğraf, benim gördüğümden farksızdı, sadece bu fotoğrafta cami önündeki Mevlevîler vardı...



Son bir fotoğraf, 1920 yılına ait.


İşte, Kurşunlu'nun hikâyesi böyle... Şimdiden sonraki nesillere aktaracak elbet birçok fotoğrafı olacak Kurşunlu'nun, ayrıca 1920'den sonra çekilmiş ve bugüne kadar gelen birçok fotoğrafı da internet ortamında mevcut. Fakat bunlar başka, her biri neredeyse 100 yıldan daha eski fotoğraflar olduğundan dolayı çok daha farklı hisler uyandırıyor üzerimizde.

Bu camiyi ve bu külliyeyi yaptıranlardan, bugüne kadar gelmesine vesile olanlardan ve özellikle son yıllarda etrafını düzenli ve daha güzel hale getirenlerden, oraya hizmet eden herkesten, cami kitabesinde yazdığı gibi, Allah razı olsun.

Kaynaklar:

Ahmet ATUK, 101 ESKİŞEHİR
wowTURKEY.com
Eskişehir Mevlevihanesi

17 Ekim 2011 Pazartesi

Bir dergi çıktı, "Selamunaleyküm" diyerek!


Yel Değirmeni dergisi ilk sayısıyla raflardaki yerini aldı. Facebook sayfasından nerelerde bulunduğunu takip edebilirsiniz: Yel DEğiRMENi

Selamların en güzeli üzerinize olsun:
SELAMÜNALEYKÜM..

(Elinizde tuttuğunuz -belki daha sonra da tutacağınız- dergimizin daha ilk sayısında heyecanla yapılacak olan işlerin hazzıyla bu yazıyı kaleme alıyoruz.)

Tüm mazlumların yanında, tüm zalimlerin karşısında duracağımızı,özgür olup, özgürlük adına her şeyi yapmayacağımızı, azdan daha çok şeye inanacağımızı, kafatasçılara canımızın hep sıkılacağını, ümidin kolundan çıkmayacağımızı, ince belliyi yanımızdan ayırmayacağımızı, vefasızlık haline zehir kusacağımızı, Allah güç verdikçe bir şeyler karalayacağımızı, modern zamanın Yel DEğiRMENLERi’ne karşı savaşacağımızı,Don Kişot’a, karaşimşek Maykıl’a, Blackpanter Malcolm X’e, elbet yüzünü dönecek olan Hanzala’ya, Kadıköy’ün (sadece) çığlık atan martılarına, tüm eski kafalara, sokak şarkıcılarına, cepheden düşmeyen müdavim ihtiyarlara, çay içip devrim hayalleri kuran tüm delikanlılara, dallamaları sallamayanlara, Bolu Beyi’ne meydan okuyan Köroğlu’na, pet şişe kapağı toplayanlara, Kudüs Fatih’i Selahaddin Eyyubi’ye, şanlı tarihimizin fikir babası Osman Bey’e, Fetih’in arkasındaki sır Akşemseddin’e, Bilge Kral Aliya’ya, kırk kişiyle Çin sarayına giren Kürşat’a, Necip milletin Fazıl insanına, inandığı gibi yaşayan Ali Şeriati’ye, Bozkır’ın tezenesi Neşet Baba’ya, “acılarıma kardeş olur musun?” diyen “Zarif” adama, hayat okulunun gerçek mezunu İsmail Abi’ ye adayarak batan güneşe aldırmayıp, ay ışığına inanarak söz veriyoruz.

16 Eylül 2011 Cuma

İslam Coğrafyası Günleri başlıyor!


8 günde 8 İslam ülkesi ve bu ülkelerden çıkmış müslüman şahsiyetler...
30'a yakın akademisyen, yazar ve fikir adamı ile 8 gün boyunca gündemimiz İslam Coğrafyası!

--PROGRAM--

17 EYLÜL CUMARTESİ - LİBYA

14.00: Libya'nın Geçmişi ve Bugünü | Ahmet Kavas
16:30: Ömer Muhtar | Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
18.30: Çöl Aslanı Film Gösterimi

Yer: Bahçelievler - Yeni Sahne
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)

18 EYLÜL PAZAR - MISIR

14.00: Mısır'da Hayat Nasıl? | Mustafa Özcan - Ahmet Varol
16.30: Hasan El-Benna | Recep Söngül - Mustafa Özcan
17.30: Seyyid Kutub | Hamza Türkmen - Ümit Aktaş
18.30: Hasan El-Benna ve Seyyid Kutub Belgesel Gösterimleri

Yer: Bahçelievler - Yeni Sahne
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)

19 EYLÜL PAZARTESİ - AMERİKA

14.00: Amerika’daki Müslümanlar ve İslâm | Ömer Faruk Korkmaz - Yusuf Kaplan
16.30: Malcolm X | Zeki Bulduk
18.00: Malcolm X Film Gösterimi

Yer: Yeni Bosna Kültür Merkezi
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)
20 EYLÜL SALI - HİNDİSTAN

14.00: Hindistan'daki Müslümanların Durumu | Turan Kışlakçı
16.00: Mevdudi | Turan Kışlakçı
17.00: Muhammed Hamidullah | Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
18.30: Firaaq Film Gösterimi

Yer: Yeni Bosna Kültür Merkezi
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)

21 EYLÜL ÇARŞAMBA - PAKİSTAN

14.00: Pakistan Ne Durumda? | Mahmud Osmanoğlu
16.30: Muhammed İkbâl | Bülent Şahin Erdeğer
18.30: Pakistan Film Gösterimi

Yer: Yeni Bosna Kültür Merkezi
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)

22 EYLÜL PERŞEMBE - İRAN

14.00: Geçmişten Geleceğe İran Modeli | Mehmet Ali Tekin
16.30: İmam Humeyni | Abdurrahman Dilipak - Burhan Kavuncu
18.30: İran Film Gösterimi

Yer: Yeni Bosna Kültür Merkezi
(Metrobüs Şirinevler durağından servis kalkacak devamlı.)

23 EYLÜL CUMA - BOSNA

14.00: Bosna-Hersek Şu An Ne Durumda? | Süleyman Gündüz
16.30: Aliya İzzetbegoviç | Yusuf Armağan
18.30: Aliya İzzetbegoviç Belgesel Gösterimi

24 EYLÜL CUMARTESİ - ÇEÇENİSTAN

14.00: Çeçenistan'ı Unutmadık! | Muhammed İkbal Köseoğlu
15.30: Şamil Basayev | Adem Özköse
16.30: Cevher Dudayev | Muhammed İkbal Köseoğlu
17.30: Aslan Mashadov | Hüseyin Kulaoğlu
18.30: Çeçenistan Belgesel Gösterimi


İLETİŞİM: maveragenclikhareketi@gmail.com

--TAKİP--

www.facebook.com/maveragenclikhareketi
www.twitter.com/maveragenclik

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Eşref Ziya'dan seçmeler

Eşref Ziya, 90'lı yıllarda Müslüman kesim içerisinde en bilinen ve sevilen sanatçılardan biriydi kuşkusuz. Kimine göre güzel ezgilerin sahibi, kimine göre de "yeşil pop"un önderiydi o zamanlarda. 28 Şubat itibariyle her şey gibi bu tür müziğe olan ilginin de değiştiğini söylesek çok şaşırtıcı olmayacaktır.

Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum. Kimi televizyonsuz evlerde radyo açık olurdu günün çoğu saati. Marmara FM'i çok iyi hatırlıyorum mesela. Bilinçli şekilde olmasa da o zamanlar Müslüman radyolarda duyduğum ezgiler, müzikler bugün bile aklımın bir köşesinde yer etmiş, bunu fark ettim...

Şimdi bir güzel heyecanla bu ezgileri/müzikleri burada paylaşma isteği duyuyorum. İlk olarak Eşref Ziya'dan başlamak istiyorum. Diğer isimlerle ilgili de zamanla paylaşımlar yapacağım inşallah.


1 - Kalksam ve Dirilsem (1991, Kalksam ve Dirilsem)
fizy | youtube | dailymotion

2 - Bir Güneş Doğuyor (1992, Bir Güneş Doğuyor I)
fizy | youtube | dailymotion

3 - Söyle İstanbul
(2000, Olmadı Dost)
fizy | youtube | dailymotion

4 - Bir Gün Gelir
(2001, Klasikler I)
fizy | youtube | dailymotion

5 - Saçlarım Kadar
(2003, Klasikler II)
fizy | youtube | dailymotion

6 - Ağlama Karanfil
(2003, Klasikler II)
fizy | youtube | dailymotion

7 - Yollar Senindir
(2003, Klasikler II)
fizy | youtube | dailymotion

İyyâke na'budu ve iyyâke nasta'în

Hakan Albayrak'ın yıllar öncesinde yazdığı bir yazı var. Yani 6 Eylül 2005'te yayınlanmış. Geçtiğimiz aylarda piyasaya çıkan Meleklerle Omuz Omuza adlı kitabında da yer alıyor bu yazı.

Bahsettiği videoyu bilme ihtimaliniz yüksek. Yine de önce yazıyı okuyup sonra videoyu tekrar seyretmekte fayda var...

------

Kâbe İmamları Hatim Seti.
Şeyh Suûd İbrahim eş-Şureym ve Şeyh Abdurrahman es-Sudeys.
Birinci kaset.
İmamlardan biri Fatiha’yı okurken “iyyake na’budu ve iyyake nasta’în”de takılıp kalıyor.
Yutkunuyor, bir daha yutkunuyor, sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.
“İyyake na’budu ve iyyake nasta’în” deyip geçemiyor bir türlü.
Bir daha deniyor…
Bir daha…
Bir daha…
Tam 10 defa.
Her defasında yutkunuyor, hıçkırıyor, ağlıyor.
Bu, sorumluluk bilinci olsa gerek.
Ve sorumluluğu yerine getirememe endişesi.
“İyyake na’budu ve iyyake nasta’în”; yani “ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım
dileriz”.
Bu büyük bir sözdür.
Kâbe imamı bu büyük sözün altında ezilecek gibi oluyor, fakat 11’inci denemede toparlanarak Fatiha’ya devam edebiliyor.

***

Belki de, Alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahîm, Hesap Günü’nün Sahibi olan Allah’tan başka kimseye secde etmek zorunda olmadığını bir kere daha derinden idrak etmenin verdiği sevinçti onu ağlatan.
Belki de putlar arası dengeleri gözetmek zorunda olmadığına, “Allah” deyip geçebileceğine seviniyordu.
Yalancı dünyanın yalancı dengelerini iplemeyebileceğine seviniyordu.
Son sözü nankör insan oğlunun değil Rahmân ve Rahîm Allah’ın söyleyeceğine seviniyordu.
Evet, evet; sanırım sevinçten ağlıyordu.




24 Ağustos 2011 Çarşamba

Estonya'da Ramazan nasıl geçiyor? - Ere Tuunas

Geçtiğimiz günlerde dünyabizim.com için Estonyalı birkaç kardeşimizle Ramazan hakkında konuşmuş, duygularını anlatmalarını rica etmiştim. Dört kardeşimizle yaptığım röportaj şurada yayınlandı: http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=7180

Sonradan konuştuğum bir başka arkadaşımıza da aynı soruları yönelttim, şimdi bu sohbeti de buradan sizlerle paylaşıyorum...

Ramazan tabii ki özeldir. Siz ne hissediyorsunuz Ramazan ayı gelince? Ramazan'da kazanıp sonra devam ettirdiğiniz güzel alışkanlıklar neler?

Ramazanı çok seviyorum, aylar içinde en sevdiğimdir o.Burada, Estonya’da günler gerçekten çok uzun. Ramazan’ın başlarında saat 21:30’da iftar yapıyorduk.

Ramazan’da insan daha da hayırsever oluyor. Oruç sayesinde de yardıma muhtaç insanların halini daha iyi anlıyoruz. Ramazan’da kendime hakim olmayı öğreniyorum bir de.

Ramazan'ın anlamı aslında çoğunlukla oruçtur. Oruç hakkında ne düşünüyorsunuz? Orada şu sıralar uzun süreli oruçlar tutuluyor. Zor olmuyor mu?

Evet, günler uzun ama Estonya’da oruç tutmak şaşırtıcı derecede kolay Allah’a şükür ki. Oruç tutmayı seviyorum, Ramazan’dan sonra da her hafta Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutmayı düşünüyorum.

Ramazan aynı zamanda Kur’an ayı. Kur’an okumaya ağırlık veriyor musunuz?

Aslında her yıl hatim ederim Kur’an’ı Ramazan’da ama bu yıl işim dolayısıyla buna gereken vakti ayıramıyorum…

Türkiye Ramazan'da bambaşka bir havaya bürünür. Diğer Müslüman ülkeler de böyle tabii ki. Böyle bir yerde bir Ramazan geçirmeyi ister miydiniz, neden?

Önceleri Mısır’da geçiriyordum Ramazan aylarını, Estonya’da geçirdiğim ikinci Ramazan bu. Orada çok daha farklı tabi. Herkes oruç tutuyor ve iftarda tüm aileler aynı sofrada oluyorlar. Camiler, ezanlar… Hepsi Ramazan’ı daha da özel kılıyor orada. Burada yaşadığım şehirde tek bir cami bile yok!

Ramazan vesilesiyle tüm dünyadaki Müslüman kardeşlerimize neler söylemek istersiniz?

Hayırlı Ramazanlar!


19 Ağustos 2011 Cuma

Bazı düşünceler - Pide ve paradokslar




Ramazan pidesini sevmeyen yoktur sanırım. Her sene Ramazanın gelmesiyle birlikte pideye düşüyoruz hep beraber, sonra 11 ay aramıyoruz da. Bu zaten başlı başına ilginç bir durum. Demek ki sadece yiyeceklerin değil, vakitlerin de tatları varmış…

Günde 2 pide yeniliyor bizim evde hemen hemen. Biri iftarda, biri sahurda. Çok güzel pide yapan bir fırın biliyorum. Eskişehir’de ikamet edenler için tarif edeyim, Kurtuluş Mahallesi Kapalı Pazaryeri’nin oralarda bir köşede. Harman Fırın.

Bu yıl bir de pidenin fiyatını 1.50 TL yapmışlar. Yumurtalı da 1.75 ile 2TL arasında. 1 TL’ye de var ama onlar daha küçük. Böyle de bir kazık ama yiyoruz işte, işin ucunda pide olunca paranın lafını yapmıyoruz...

Asıl konumuza gelelim.

Eve aldığım bu iki pideden genelde birisinin 1/3’ü artıyor gün sonunda. Çöpe atmıyoruz tabiî ki, ekmek dolabı mıdır, sepeti midir neyse, orada duruyor. Sonraki vakte kadar.

İftarda elimde iki sıcak pideyle eve geliyorum ama bir bakıyorum ki sıcak pideler değil, önceki akşamdan kalan pide var sofrada. Soruyorum, aldığım cevap şu: “Ne yani, ziyan mı olsun?”. Hayır diyorum. “Ama önce diğerini yiyelim, bu zaten bayat. Şimdi bunu yersek, diğer vakte kadar taze olanı da bayatlayacak. Ve bu bir paradoksa dönüşecek, biz Ramazanın sonuna kadar bayat pide yiyeceğiz.”

Cevap alamıyorum. Ama böyle bir mantık kurdum işte. Bilmiyorum, galiba oruçtan dolayı bu pide mevzusunu çok fazla kafaya taktım. Ama çok güzel oluyor be, keşke her gün bir pide de Somali’ye falan gönderebilsem. Hatta kendi ellerimle götürsem. O zaman daha lezzetli olur be kardeşim…

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Müslüman şahsiyetler Amerika'da!



Zarif Haykırışlar bu ay 14 noktada!

1. yılını dolduran Zarif Haykırışlar etkinliği yeni yüzüyle her ayın 7'sinde düzenlenmeye devam ediyor. Müslüman şahsiyetler okuması olarak devam eden etkinliğin bu ayki en dikkat çekici noktası ise Amerika'nın Houston şehri.

Etkinlik programı şöyle:

Amerika - Houston
Yer: Memorial Park
Saat: 17:00
(İrtibat tel. 281-3230879)

Antep
Yer: Milli Türk Talebe Birliği
Saat: 16:00

Ankara
Yer: Kocatepe Camii avlusu
Saat: 17:00

Bursa
Yer: Irgandı Köprüsü TYB Şubesi
Saat: 17:30

Denizli
Yer: İncilipınar Parkı
Saat: 18.00

Eskişehir
Yer: Kurşunlu Külliyesi
Saat: 18:00

Hatay
Antakya Büyük Park'ta Orta Kahve'nin Karşısındaki Bankar
Saat: 16:00

İstanbul
Yer: Emirgan Korusu (bkz. Nasıl ulaşırım? http://on.fb.me/ojIjrD)
Saat: 17:00

Kocaeli
Yer: Cumhuriyet Parkı
Saat: 16:30

Maraş
Yer: Kıraathane önü
Saat: 19:15

Rize
Yer: Sahil, Lunaparkın batı tarafı
Saat: 13:00

Sakarya
Yer: Kent Park
Saat: 18:00

Samsun
Yer: Sevgi Gölü
Saat: 17:00

Sivas
Yer:Dil ve Edebiyat Derneği Sivas Şubesi
Saat: 16:00



Etkinliğin ayrıntılarını Facebook'ta

Zarif Haykırışlar - Ağustos 2011 etkinliğinden ve

Zarif Haykırışlar sayfasından takip edebilirsiniz.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Ne kültürü ulan!

Bir kez daha Ramazan’a kavuştuk çok şükür. Ama Ramazanla birlikte benzer tartışmalar yine alevlenmeye başladı.

“16 saat oruç tutulur mu?” tartışmalarından kibarca kaçınarak (çünkü bu konuda verilecek bir dolu okkalı cevap var, Rabbim kuluna taşıyabileceğinden fazla yük vermez. Eğer tutamayacak olsak bir şekilde izin olurdu bunun için) diğer bir önemli tartışmaya parmak basmak istiyorum; Ramazan dini bir olay mıdır yoksa kültür müdür?

Bu tartışmanın iki kutbunu yine iki farklı grup insan üzerine ayırmak gerek. Birincisi Ramazanı dini bir olay olarak kabul edenler. Bunlar Ramazan orucunu tutar, muhtemelen teravihe de gider, Ramazanı ibadetle ve kulluk bilinciyle geçirir. İkinci grup ise genellikle din ile pek bağı olmayan, Ramazan kısa günlere denk geldiğinde oruç tutmayı tercih eden, çocuklarının sınav günleri oruç tutmasına şiddetle karşı çıkan insanlar. Bunlar da Ramazanı kültürel bir olay olarak değerlendirirler.

Nasıl yani kültürel? Şöyle. Ramazan direklerarası eğlencesinden ibarettir. İnsanlarla bir araya gelmek için oruç tutulmasa bile iftar sofralarına gidilir. Fakir fukara edebiyatına ilgi artar. İftarda Coca Cola içilir. Yani Ramazan gelmiştir, bellidir ama ibadetsiz bir Ramazandır o…

Tabi sonrasında Ramazan Bayramına ulaşılır. İlk gruptaki, Ramazanı ibadetle geçirenler önce bayram namazını kılar, sonra büyüklerinin elini öper, bayramını tebrik eder. Evde yemekler, tatlılar yapılır, gelen giden eksik olmaz.

Diğer tarafta ise ibadetsiz Ramazan geçirenler. Onlar için bayramın ismi bile ayrıdır; Şeker Bayramı. Bayramın en güzel yanı, tatil olmasıdır. Haftalar öncesinden tatil yerleri araştırılmış, ayarlanmıştır. Üç günlük bayramda bir güzel tatil yapılır ve dinlenilir onlara göre (Tatilin dinlendiriciliği mevzusunu daha sonra değerlendirebilirim ayrıca).

Bütün bunlara bir de medya desteği ekleniyor. Yılın on bir ayı (Belki Ramazan da dahil) gayri İslami ve hatta gayri ahlaki yayın yapan kanallar, Ramazan’ın gelmesiyle birlikte dini içerikli programlar, diziler (bunlar genelde üçüncü sınıf yapımlar oluyor) yayınlamaya başlıyorlar. Alakasız yerlerde ney sesi üzerine bir-iki dua eklenerek Ramazan ritüellerini yerine getirmiş oluyorlar. Reklamların yüzü değişiyor, kiminde iftara yetişmeye çalışan insanları, kiminde sofrada yemek yiyen-sahur yapan geniş aileleri görüyoruz. Bütün yıl (Ramazan da dahil) Müslüman kanı akmasına desteğini esirgemeyen markalar, reklamın şirinleştirici etkisini kullanarak Müslümanların karşısına çıkıyor bir kez daha.

Demek istediğim, bırakın şu Ramazanla alakası olmayan mesaj bombardımanını. Siz değerlerinize pamuk ipliğiyle bağlısınız, aman kopmayın diye bizim bu mübarek günlerimizi kendi mesajlarınızla kirletmeyin!

Muhtemelen birkaç gün içinde bu konu rafa kaldırılıp, bayramın yaklaşmasıyla tekrar alevlenecek. O zaman da diyeceğim ki “Biz sizin Cumhuriyet Bayramı’nıza Şeriat Bayramı diyor muyuz?”

22 Temmuz 2011 Cuma

Dünkü hatalar...

Kim bilir hangi kaldırımları ezdim bütün gün, o mübarek kaldırımları...

İstanbul/Akşam/Hüzün. 78'deyim, yol uzun. Sırtımdaki çanta hayatım oluveriyor sanki. Sevdiğim tüm kitapları sırtımda taşıyorum ben. Sevdiğim tüm şiirleri aklımda tutuyorum. Otobüse adım atmamla İstanbul'un ruhu ölüyor. Elimdeki telefonun diğer ucu; hayatta kalan tek gerçek şey. İstanbul/Öğle/Mutlu. Sırtımdaki yük, ne kadar da tatlı. Ve kim bilir hangi ayaklar ezdi bu kaldırımları, bu yokuşları... O zaman, sanki her şeyde ruh vardı. Haydi o zaman, dönelim o vakitlere!


1 Temmuz 2011 Cuma

Böyle giderse hepimiz yanarız...

Yine bir 2 Temmuz geldi. 93’te yaşananlar malum, Sivas… 37 insanın ölümü hangi şartlar altında güzel olabilir ki?

Haftalar öncesinden birkaç arkadaşımın muhabbetlerinde rastladım buna. O zamandan başlamışlardı “dinci”lere saldırmaya. Dinciler katil, dinciler yobaz, dinciler insafsız, dinciler akılsız…

Lise yıllarımda yine bir muhabbetimizde bu olaylardan konu açılmıştı. Savunulacak bir yanı olmadığını söylemiştim. Bir arkadaşım çok şaşırdı. “Sen de mi Aleviydin?” dedi. İnançlı bir arkadaşım değildi bu. “Hayır” dedim. “Alevi değilim ama vicdan sahibiyim.”

Bu ülkede yıllardır bu olay, dindar insanları susturmak amacıyla kullanılıyor, buna şahit oluyoruz. Kullananlar da mağdur olanlar değil, dindarları zor duruma sokmak isteyen, bu niyette bulunanlar genellikle.

Bu ülkede dindarlar hep “laik düzeni yıkıp dine dayalı devlet kurmak”la suçlanıyor. Hala da öyle. Madımak’ın amacı da buydu onlara göre. Halbuki İslam’dan haberleri olsa böyle mi düşünürlerdi? Sanmıyorum…

Evet, Müslümanlar çabuk gaza geliyor olabilirler. Sevmediğiniz birini Cuma çıkışında cami önünde “Allah’a küfretti” diye suçlasanız, kendisi için pek güzel gelişmeler olmaz orada. Maalesef ki dindarların bir zaafı da bu. Ama bunu milyonlarca Müslümanın üzerine yıkmaya çalışan hiç kimse de iyi niyetli olduğunu söylemeye çalışmasın.

Ve bugün… Suriye’deki olaylar da malum. Orada da bir Sünni-Şii çatışması var. Şii yönetim Sünnileri katlediyor. Hama’da, 82’de olduğu gibi. “Sivas 93” diyen kaç “vicdanlı”nın “Hama 82”den haberi vardır ki?..

Belli kesimler (Ben bunlara Neo-Kemalist demek istiyorum artık, çünkü klasik Kemalizm’in Misak-ı Milli’sini ve milliyetçiliğini tekrar yorumlamış, faşizmin ilginç bir kısmına doğru yol almaya başlamış durumdalar) Suriye’deki olayları 180 derece tersinden okuyor. Sünnilerin iç savaş çıkarmaya çalıştığını, Emperyalist güçlere ortak olduğunu yazıyor, konuşuyorlar. Zaten “emperyalist”ten başka hakaret de bilmiyorlar muhtemelen, “faşist”i hakaret niyetine kullansalar önce kendilerine bakmaları gerekir…

Böyle bir durumda 16 Temmuz’da Hatay’a yola çıkacak olan konvoya da laf atmadan duramıyorlar. Bu konvoyun amacı mezhep savaşı çıkarmak, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekmiş. Hakan Albayrak gibi adamlara emperyalist diyene ben ne diyeceğimi bulamıyorum mesela. Ne desem?

Neyse işte… Bu Neo-Kemalistler madem mezhep savaşı çıkmasından bu kadar korkuyorlar, Suriye’deki katledilen Sünniler için niye ses çıkarmıyorlar? Yarın muhtemelen Sivas’ı hatırlatıp duracak olanlara soracağım ilk şey budur. Ve Hama’dır.

Sivas artık katliam olmaktan çıkmış, karşısındakini vurmak isteyenlerin oyuncağı haline gelmiştir. Malesef ki Sivas’ın tek amacı şovdur artık. Ben tekrar yaşanmaması için çaba gösterip dua ediyorum. Ya siz?

28 Haziran 2011 Salı

Mescid-i Aksa tehlikede!

Miraç Kandili ve Dünya Mescid-i Aksa günü dolayısıyla İHH'nın internet sitesinde yayınlanan Şeyh Raid Salah’ın Uluslar arası Mescid-i Aksa Sempozyumu’nda sunduğu tebliğin bir kısmını ben de aynen burada paylaşıyorum.


1. Mescid-i Aksa işgal altındadır, dolayısıyla tehlikededir. Eğer işgalden kurtulamazsa, tehlike devam edecek ve söz konusu tehlike ancak İsrail işgali ortadan kalkarsa sona erecektir.

2. Mescid-i Aksa’yı bağrında taşıyan Kudüs işgal altındadır ve tehlikededir. Bugün için artık Kudüs’ü çepeçevre kuşatan tehlike ile Mescid-i Aksa’yı saran tehlike arasında bir fark söz konusu değildir. Zira, tehlike tektir ve kaynağı da aynıdır; o da İsrail işgalidir. Bu işgalin güttüğü hedeflerin sonuncusu ise, ancak bütün bir Kudüs Yahudileştirilir ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mekâna efsanevi mabet(!) inşa edilirse gerçekleşmiş olacaktır.

3. Bundan dolayı tarihî Siyonist projenin ve İsrail’in işgal stratejilerinin mimarlarından biri olan David ben Gorion şöyle der: “Kudüs’süz İsrail’in hiçbir kıymeti yoktur. Mabed’siz de Kudüs’ün hiçbir değeri olamaz.”

4. Kudüs’ün Yahudileştirilme planı, İsrail işgalcilerinin hesaplarına göre Mescid-i Aksa’nın yalnızlaştırılıp izole edilmesi hedefine yöneliktir. Mescid-i Aksa’nın yalnızlaştırılması ise, onun üzerindeki mutlak İsrail egemenliği için atılması gereken zorunlu bir adımdır. Bu yolla Aksa üzerinde egemenlik kurmak isteyen herhangi İslami bir yapı devre dışı bırakılacak ve daha sonra da arazisi üzerine efsanevi mabet inşa edilecektir.

5. Şu hususu iyi anlamak gerekir: Mescid-i Aksa’nın yerine inşa edilecek olan efsanevi mabet, Amerika’daki “Siyonist Protestanlar” (Evanjelistler) olarak bilinen yeni muhafazakârlar tarafından da kabul edilmektedir. Bunlar, Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine efsanevi mabedin yapılmasının, “Armagedon Savaşı”nın hızlandırılması anlamına geldiğine inanıyorlar.

6. Bu gerçek de göstermektedir ki, Mescid-i Aksa, Siyonist politikanın yanı sıra yeni muhafazakârlar tarafından da düşman ilan edilmiştir. Bu sebeple Aksa kıskaç altındadır, bu da onun gün geçtikçe daha büyük tehlikelere maruz kalacağının bir alametidir.

7. Ayrıca şu yanılgıya da düşmemek gerekir ki, bugün için Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırı ve düşmanlıklar -iddia edildiği gibi- sadece belli bir grup aşırı Yahudi’nin işi değildir. Tam tersine bu saldırıları sürdürenler, bizzat işgalci İsrail’in resmî kurumlarıdır.

8. Şu ana kadar Kudüs’ü de Mescid-i Aksa’yı da işgal altında tutan kurumlar bunlardır. Ayrıca Kudüs’ü Yahudileştirmek ve arazilerine, evlerine, mukaddesatına ve kurumlarına işgalci ellerini koyma hedefiyle her türlü yıkım yönteminin planını yapıp uygulamaya geçirenler de onlardır.

9. Mescid-i Aksa’ya yönelik her çeşit saldırının planlayıcıları ve uygulayıcıları da onlardır. Mesela, 1967 yılından günümüze kadar, Mescid-i Aksa’nın altında birbirine bağlı ağlar kuracak tünelleri kazma işini bizatihi onlar yürütmektedir.

10. Mescid-i Aksa’nın bölümlerinden biri olan “Burak Duvarı”na çeşitli yalanlarla “Ağlama alanı” adını verip orayı göz göre göre ele geçirme emelinin bir ön adımı olarak 11.06.1967 tarihinde el-Meğaribe mahallesini yerle bir edenler de onlardır.

11. Mescid-i Aksa’yı bütünüyle ele geçirme planının bir başlangıcı olarak onun kapılarından biri sayılan el-Meğaribe Kapısı’nın anahtarlarına el koymak suretiyle 1967’den bu yana söz konusu kapının idaresine tam anlamıyla egemen olanlar da onlardır.

12. Daha sonraları Mescid-i Aksa’nın bütün kapılarının idaresine el koyan, askerlerine bu kapıların önünde gece-gündüz nöbet tutturan ve âdeta Mescid-i Aksa kendi özel mülküymüş gibi dilediğinin girmesine müsaade edip dilediğini engelleyenler de onlardır.

13. Mescid-i Aksa’nın bütün kapılarının kontrolünü eline aldıktan sonra düşmanlığında sınır tanımayan ve bugün o bölgede olup biten her şeyi tam anlamıyla kontrol altına alma çabası içerisinde Mescid-i Aksa için zorunlu hâle gelen restorasyon malzemelerinin bile içeriye alınmasına engeller çıkartan, oruçluların iftariyeliklerine müsaade etmeyen, mescitte vaaz veren bir kısım davetçileri tutuklayan ve hatta bazı Müslümanları, el-Meğaribe Kapısı’nın yakınında namaz kıldıkları gerekçesiyle tutuklayacak kadar haddini aşanlar da onlardır.

14. En sonuncusu, 2007’nin başlarında yaşanmış olan birçok cinayeti Mescid-i Aksa’nın hareminde işleyenler de onlardır.

15. Mescid-i Aksa’nın altındaki tünellerde Yahudi havrası inşa edenler de onlardır.

16. Mescid-i Aksa’nın altındaki tünellerde bir İsrail müzesi kuranlar da onlardır.

17. 1967’den sonra Mescid-i Aksa’nın müştemilatından biri olan Tenkiziye Medresesi’ne el koyup daha sonra Aksa’nın namazgâhlarından biri olan bu medresenin namazgâhını bir Yahudi havrasına dönüştürenler de onlardır.

18. Mescid-i Aksa’nın her tarafına gizli veya açık kameralar yerleştirip ahalimizin mescit içerisindeki bütün hareketlerini gözetlemeye çalışanlar da onlardır.

19. Mescid-i Aksa’ya her gün istihbaratçıları, işgal askerleri ve özel birlikleriyle baskınlar düzenleyen ve hiçbir sınır tanımadan Kubbetü’s-Sahra’ya, Mescid-i Aksa’ya el-Mervani namazgâhına girip namaz kılan mümin erkek ve kadınların önünden pervasızca geçen ve hatta namaz kılmakta olan bir kısım Müslüman’ı tutuklayanlar da onlardır.

20. İsrail halkını zorla da olsa Mescid-i Aksa’ya girmeye teşvik edip dinî merasimlerini orada yapabilmeleri için her türlü güvenlik önlemlerini alanlar da onlardır.

21. Her gün binlerce yarı çıplak kadın ve erkek turisti Mescid-i Aska’ya fütursuzca sokanlar da onlardır.

22. Yine, 2007 yılının başlarında Mescid-i Aksa’nın müştemilatından biri sayılan el-Meğaribe yolunun yıkımını başlatan ve el-Meğaribe Kapısı’nı yıkıp söz konusu yol üzerine sağlam bir askerî köprü yapma niyetinde olduğunu açıkça ifade eden ve tankların, kamyonların ve iş makinelerinin bu sağlam köprü üzerinden kolaylıkla geçip Aksa’ya gireceğini ilan edenler de onlardır.

23. Mescid-i Aksa’nın namazgâhlarından biri olan Burak Namazgâhını bir Yahudi havrasına dönüştürme niyetinde olduklarını açıkça belirtenler de onlardır.

24. Keza, Mescid-i Aksa’nın müştemilatından biri olan Tenkiziye Medresesi’nin enkazı üzerine dünyanın en büyük havrasını inşa ederek Aksa’nın iç avlularını bu büyük havranın avluları hâline getirme arzusunda olduklarını açıkça ifade edenler de onlardır.

25. Ayrıca yalan ve hileyle Mescid-i Aksa’nın iç avlularını kamuya ait alanlar gibi lanse eden ve -söz konusu alanların Mescid-i Aksa’nın ayrılmaz birer parçası olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen- bunların Kudüs belediyesinin yönetimine bağlı olduğunu iddia etmeye başlayanlar da onlardır.

26. El-Mervani Namazgâhına ve eski Mescid-i Aksa’ya açılan ve hâlihazırda kapalı tutulan birtakım dış kapıları açarak söz konusu namazgâhların Yahudi havralarına dönüştürülme planlarını yapanlar da onlardır.

27. Eski Kudüs’ün ve bütün Selvan semtinin altından Mescid-i Aksa’ya doğru uzanan tüneller ağını kazma faaliyetlerini aralıksız sürdürenler de onlardır.

28. Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki, işgalci İsrail kurumlarının bugün yapmakta oldukları faaliyetler, sadece Mescid-i Aksa’nın yerine kurulması planlanan mabedin ön adımlarıdır.

29. Bu sebeple işgalci İsrail kurumları; arazi, servet ve bütün imkânlara sahip olmalarına rağmen şimdiye kadar bir mabet inşa etmiş değillerdir. Çünkü onların hedefi, sadece Mescid-i Aksa’nın yerine efsanevi bir mabet inşa edebilmektir.

30. Bütün bunların yanı sıra işgalci İsrail kurumları, Mescid-i Aksa’yı çepeçevre kuşatacak bir biçimde bir dizi Yahudi havrası inşa etmeye de gayret göstermektedirler.

31. Öte yandan İsrail, yıkıcı gayretlerini işgalci İsrail kurumlarıyla birleştirerek Kudüs’ü Yahudileştirme ve Mescid-i Aksa’nın yerine efsanevi mabedi inşa etme çabası içerisindeki aşırı Yahudi örgütlerinin güvenliğini sağlamaktadır. Çok sayıdaki bu örgütlerin en meşhur olanları el-Ad, Atrat Kuhenim ve Mabed Mütevellileri’dir.

32. Bütün bunlar Mescid-i Aksa’nın tehlikede olduğu anlamına gelmektedir. Bu da mescide ve Kuds-ü Şerif’e yardım etmenin her birimiz için acil ve kaçınılmaz bir vazife olduğunu göstermektedir. Hiç kimsenin bu görevden kaçınmasının bir mazereti olamaz. İmanın en zayıf noktası, işgal altındaki Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaktır. Bu dava, İsrail’in onlar üzerindeki işgali sona erinceye kadar asla bitmeyecek bir davadır.

20 Haziran 2011 Pazartesi

"Leyla ile Mecnun Soundtrack" çıkmadan korsana düşüyor.


Son haftaların en merakla beklenen dizilerinden birisi Leyla ile Mecnun. En azından çevreme baktığımda bunu görüyorum. Yayınlandıktan sonraki 2-3 gün boyunca da etkisinden kurtulamayan kişiler var, benim gibi. Baştan aşağı orjinal bir dizi Leyla ile Mecnun, gördüğümüz diğer komedilerle uzaktan yakından alakası yok.

Daha ilk bölümlerden beri takip ettiğim dizi gittikçe güzelleşiyor. Sonu nereye varacak ben de merakla bekliyorum.

Dizinin en güzel yanlarından birisi de bana göre dizide oyuncular tarafından seslendirilen parçalar. Bir nevi "cover" yapılmış şarkıları git gide her bölümde yer etmeye ve nihayet insanların diline dolanmaya başlıyor.

Ben de bir süredir düşünüyorum, keşke bu şarkılardan bir albüm yapsalar diye. Sonra beklemektense harekete geçmek gerektiğini düşündüm, aklıma geldiği kadarıyla dizide seslendirilen parçaları topladım. İşte birbirinden güzel o şarkılar...

Sevdalılar Beni Anlar

Dizinin 5. bölümünde seslendirildi şarkı. Mecnun, peşindeki orkestra ve tabiki İsmail abi ile birlikte Leyla'nın evinin önüne gidiyor ve "serenat" yapıyor.



Şarkının orjinali Ferdi Tayfur'dan: http://youtu.be/5SsmQYlOa0g

Bu Gala Daşlı Gala

12. Bölümde geçen şarkı, Erdal Bakkal'ın hayalinde seslendiriliyor:



Bu Azeri türküsünün bir başka versiyonu da Ahmet Kaya'dan: http://youtu.be/e8CP-PVtfOM

Ben de Özledim

15. bölümde Mecnun, İsmail abi ve Erdal Bakkal; Leyla'nın düğününü basıp orkestradan enstrumanları alıp şarkıya başlıyor:



Şarkı yine Ferdi Tayfur'dan: http://youtu.be/zo7OjqY5EiM
Ama Ogün Sanlısoy versiyonu da gayet iyi: http://youtu.be/IJin5xQt0mg

Bu Kıza Kadar

Henüz dizi yayınlanmadan internet ortamında paylaşılan şarkı bir anda popüler hale geldi. Afroman adlı grubun Because I Got High şarkısından uyarlanan şarkı 17. bölümde geçmişti:



Orjinali: http://youtu.be/Xxz2m7BFBrU

Yeni uyarlamalar için heyecanla bekliyoruz desek yeridir. İyi ki varsın Leyla ile Mecnun :)

13 Haziran 2011 Pazartesi

Sizin oy attığınızla kazanan partinin bir olduğunu ben daha hiç görmedim hayatımda!



Bir seçim daha geçti gitti. Kazanan, kaybeden, sevinen, üzülen, hazmedemeyenlerle dolu ortalık.

Seçim için tahmin yapmadım, daha doğrusu yaptım ama düşük bir tahmin. Çünkü her yaptığım tahmini ezip geçiyor Ak Parti. En son 2007 seçimlerinde bir arkadaşımla girdiğimiz "Ak Parti tek başına iktidar olur mu olamaz mı?" iddiasını benim bile tahmin edemeyeceğim bir oranla kazanmıştım. Bu konuda da teşekkürlerimi ileteyim yeri gelmişken.

Gelelim sonuçlara... Dünkü yazım bir aşağıda, beklentilerim de ortadaydı. Has Parti konusunda hayal kırıklığına uğradım. Saadet Partisi'ni bile geçemediler sıralamada. Yine de bu parti zamanla oturacaktır. Ak Parti'de bir sonraki dönem Tayyip Erdoğan'ın olmayışını bir fırsat bilebilirler. Bir de şu Bekaroğlu konusuna çözüm bulsalar valla ben de rahatlayacağım...

En çok üzüldüğüm ise Ankara 2. Bölge adayı Aynur Bayram'ın 2000'den az oy almasıydı. Muhafazakar diye tabir edilen seçmenden daha fazlasını beklerdim. Ak Parti'den eksilecek 50 bin oy bile çok fazla şeyi değiştirmezdi...

CHP her zamanki gibi. Seçim öncesi hedeflerinden çok uzakta kaldılar. Yine de oy oranı ve milletvekili sayılarını artırdıkları için tebrik etmek gerek. Bir ileri iki geri değişim bu kadarını getiriyor işte. Değişim konusunda daha inançlı olmaları onlara pek fazla oy da kaybettirmeyecek, bunu Cuhmuriyet Güç Birliği'nin hezimetinden çıkarıyorum. Bilmiyorum ne kadar haklıyımdır...

MHP beni şaşırttı. Söyleyecek bir şey yok. Mecliste olmaları güzel. Yoksa 36 BDP'linin bulunduğu meclis için "Kürtler var da Türkler niye yok?" yorumu yaparlardı tahminimce. Sahi, 36 vekil çıkaran BDP de şaşırtıcı derecede başarılıydı. %10 seçim barajı saçmalığının bir işe yaramayacağını açık açık gösterdiler. Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan gibi isimlerin yer alacağı meclisten umutluyum. İnşallah son zamanlarda artan Kürt faşistliği konusunda bir frene basar BDP.

Ak Parti'nin 330 milletvekilini bulamaması ise bir yerde olumlu. Bu da Ak Parti ve Tayyip Erdoğan'ı frenleyecek unsur olacaktır. Diğer bir güzelliği de; artık hiç kimse "Ak Parti kafasına göre yasa yapıyor" diyemeyecektir.

Ben sevdim bu meclisi. Halkın %96'sı mecliste temsil ediliyor (Başörtüsü meselesi hala çözülmüş değil, bu da hepimizin kocaman bir ayıbıdır. Atlamamak gerek). Hayırlı olmasını diliyorum.

Sabahtan beri farklı görüşlerden 10 tane gazete okudum, seçim sonuçlarını görmekten sıkıldım. Nasıl kurtulacağım derken de aklıma bu akşam 21:55'te yayınlanacak olan Leyla ile Mecnun'un yeni bölümü geldi. Seçim özel yayınımız sanırım buraya kadar. Takip ettiğiniz için teşekkürler. Öptüm, bay bay. (Koskocaman adam hiç öptüm, bay bay der mi ya...)

11 Haziran 2011 Cumartesi

Her yıl sandık geliyor önümüze, bir çaresini bulsak?


Henüz 9 ay önce kurulmuştu sandıklar önümüze, şimdi tekrar, tam 9 ay sonra aynı gün sandığa gideceğiz. Bu sefer genel seçim için. İlk kez genel seçimlerde oy kullanacağım.

Devlet tarafından reşit sayılmadığım yıllarda hep oy kullanmayı düşlerdim. O yıldan beri her sene bir seçim oluyor. Şimdiden bıktım vallahi. Sanırım 2012'de de cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. anlaşılan kurtuluş yok bize.

2007 genel seçimini hatırlıyorum. Oy kullanamayacak olmama rağmen epey heyecanlıydım. Çünkü artık görüşlerimin nasıl da aşağılandığını fark etmeye başlamıştım. Onlara kalsa kendileri çok akıllı, ben aptaldım. Beni babamla aynı partiye oy vermekle suçlayanlar (?) dedeleriyle aynı partiye oy veriyorlardı o zamanlar. Şimdi de öyleler muhtemelen. Ne değişti?

Her iki kişiden birinin "göbeğini kaşıyan adam" olması ise iyiden iyiye sinirlendirmişti onları. Şimdi resmen baş derdimiz halini alan Kemalizm de bu süreçte tavan yaptı zaten. Kemalizm, gücünü tahammülsüzlükten ve hatta bilgisizlikten alarak kartopu misali büyüdü, büyüdü.

Ne diyorduk, ilk kez genel seçimlerde oy kullanacağım. Bu yıl seçim atmosferini önceki seferlerde olduğu kadar hissedemedik. Aday listeleri bile gecikti. Artık sandık kurup kaldırmaktan bıktı ülke sanırım. Aday adaylığı sürecinde farklı pozisyonumla bazı maceralar yaşamakla birlikte, sonrasında sıradan bir vatandaş gibi uzaktan seyrettim seçim ortamını. Birçok lider geldi miting için, gitmedim hiç birine. Sadece Devlet Bahçeli'yi stand-up niyetine izlemeye gidecektim ama o da şehrimize teşrif etmedi maalesef...

Eskişehir'de renkli bir seçim atmosferi var. En büyük kaynağı da bana kalırsa Ahmet Abi. İnci Sözlük adayı Tekel Savaşçısı Ahmet Abi, barajı zorlayacak gibi geliyor bana. Neden olmasın? Burası ilginç bir şehir. Ak Parti'de ise Nabi Avcı'nın adaylığı memnun ediyor beni. Geleceğin iletişimcisi olarak yaşadığım şehirden iletişim profesörü bir milletvekili çıkacak olmasını olumlu karşılıyorum. Bu alandaki faydalarını da göreceğiz inşallah. Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'le de seviyeli bir pozisyonda olacağını umuyorum. Seleflerinden Murat Mercan gibi partisini ve kendisini rezil etmeyecektir.

Açıkcası oyumun rengi şu güne kadar belli değildi. Oy kullanmama planım da vardı hatta. Evet, hiçbir siyasi parti tam olarak fikirlerimi savunamıyor. Bu da imkansız zaten. Bunun olması için her birey kendi partisini kurmalı belki de. En azından bu konu üzerine düşünenler olarak. Ama fikirlerini kendime yakın bulduğum, Numan Kurtulmuş'un başkanlığını yaptığı Has Parti idi. Mart ayında kendisiyle tanışmamız vesilesiyle bu işten anladığına kanaat getirdim. Ama mevcut haliyle onaylamadığım seçim barajı nedeniyle üzülerek meclise giremeyeceklerini düşünüyorum. Şimdi "herkes böyle düşündüğü için barajı geçemiyor" edebiyatı yapmanın lüzumu yok. Has Parti hem çok yeni, hem de görünüş itibariyle elit bir parti. Elitten kastım halka üstten bakan değil; eğitimli, kültürlü, insanlara ve fikirlere karşı anlayışlı ve hoşgörülü bir oluşum Has Parti. Ama halka sunacakları, CHP'den pek farklı değil. Yine de bir oyu hak ediyorlar, eğer ki kritik süreçte olmasak...

Kendisine oyumla destek veremesem de dualarımla destek verdiğim bir bağımsız aday var; Aynur Bayram. Ankara 2. bölgeden aday olan Aynur Hanım, başörtüsüyle seçilebilmesi en mümkün görünen milletvekili adayı. Sarı basın kartı olmasına rağmen meclise alınmayan Aynur Bayram, meclise bu kez milletvekili olarak girmek için çaba gösteriyor. Sanırım binlerce aday arasında düşünmeden oy vereceğim tek kişi kendisi olurdu ama kendisiyle aynı seçim bölgesinde değiliz malesef. Ankara 2. bölgedeki seçmenlerden kendisini desteklemelerini rica ediyorum bu yüzden.

CHP ve MHP artık klasikleşmiş "loser" psikolojisiyle hareket ettiler seçim dönemi boyunca. Muhalefet olmayı kendilerine hedef koydular. Seçime saatler kala MHP'nin barajı aşma ihtimali bile kesin değil. Halktan aldıkları mesajları güzelce yorumlamaları gerekecek. CHP bir ileri iki geri devam ettiği değişim çalışmalarını daha sağlam temellere oturtmalı. Yalan yanlış bilgilerle halkı ikna etmeye çalışmamalı.

BDP'nin "sivillik" çıkışını başta olumlu karşılamıştım. Sivil cuma namazı çıkışı güzeldi bir nebze. Fakat son günlerde çıkan Kürtçe ezan ve Cuma namazıyla dalga geçen BDP'liler, bu partiye olan güvenimi tamamen aşağıya çekti.

Diğer yanda daha marjinal partiler var. SP artık geleneğe hapsolmuş vaziyette. BBP küçük çıkışlar yapıyor ama MHP ve Ak Parti arasında paylaşılan oylardan onlara sıra gelmiyor. DP statükonun kalesi haline gelmiş durumda. Diğer partiler kendi yağında kavruluyor vaziyette. Bazılarının neden var olduğu konusunda en ufak bir fikrim bile yok hatta.

Bunca kelam etmeme rağmen aslında çok da umursamıyorum bütün bunları. Kazananı belli bir seçime giriyoruz. Sadece yeni anayasayı yapabilecek çoğunlukta bir oy çıkacak mı Ak Parti'ye, bunu merak ediyorum. Farklı hayaller kuranlar da yarın bu saatlerde bana ve alakalı-alakasız bir çok kişiye küfretmekle meşgul olacaklar. Bir kısmını şu anda Twitter üzerinden takip ediyorum. Erken başlamışlar hakaretler yağdırmaya. Hiç gerek yok böyle şeylere... Allah hepimize birer beyin ve akıl vermiş, hepimiz bunu kullanarak bazı tercihler yapıyoruz. Tercihlerimizin farklılığı bizi birbirimize düşman edecekse, o beyinleri çöp kutusuna atmak en mantıklısı.

Şu kazansın- bu kaybetsin dileklerimden çok, sağlıklı bir seçim olması temennilerim var yarın için. Sabah uyanacağım, göbeğimi kaşıyacağım, kafama bidonu geçirip dağ başındaki okula gidip oyumu kullanacağım. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun. Allah utandırmasın, seçtiğimiz insanlar sözlerinden dönüp bizleri temsil ettikleri gerçeğini unutmasınlar. Diğer türlü ahirette iki elimiz yakalarında olacak. Siyaset zor iş, vesselam...

Not: Üstteki fotoğraf 2007 seçimlerine ait İstanbul 2. Bölge oy pusulasıdır. 2007 seçimlerinin en uzun oy pusulası oluyor kendisi.

7 Haziran 2011 Salı

Haziran



Kim ölüyor hayvanların
Kızışarak daraldığı zamanda
Bir pazu marazından yıkılmadı o kollar
Güç istifi kanın
Saklanmış kadınlıkların.
Ve kız kaleleri
Ehli hicaplara saklı
Muhasaralanmış önlerine perdeler akmış
Atmacalar
Gezgin kuşlar
Yeni çığlıklar yepyeni
Hücuum sesleri
Hangisi
Daha önde belirsiz buyruk mu ermi
Dayanamayıp çöken duvarlardan
Gerilip yırtılan kaslardan duyulan en çok çocuk davetleri

O av etleri rahleler sandukalar
Karanlıkla katılaşan nöbetçi baskıncı silüetleri
Ve açın güller bir sabah daha açın
Bakın Tanrı konuğu insanlar bütün türleriyle
Şu bizim yeryüzünde
Toprakta gel! gel! nöbetleri

*

Vefatının 24. sene-i devriyesinde Cahit Zarifoğlu'nu anıyoruz. Rabbim rahmetiyle muamele etsin...

27 Mayıs 2011 Cuma

27 Mayıs Utanç Günü!

Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden biri olan 27 Mayıs 1960'ta halkın seçtiği Demokrat Parti hükümeti çeşitli bahaneler öne sürülerek Ordu tarafından görevinden indirilmiş, hükümet üyeleri tutuklanmıştı. Yassıada'daki uzun ve insanlık dışı uygulamalara sahne olan yargılamalardan sonra başbakan Adnan Menderes, dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve maliye bakanı Hasan Polatkan idama mahkum edilmiş, 16-17 Eylül 1961 tarihlerinde İmralı'da idam edilmişlerdi. İşte Adnan Menderes'in idamından önce yazdığı son mektup:



Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-i metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz ?

Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950′de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takib edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.



Günümüzde geldiğimiz nokta ise Menderes'in ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarıyor. Adnan Menderes ve özgürlük mücadelesi yolunda canını vermiş tüm kıymetli insanların çabaları, günümüzde karşılığını buluyor ve sorumluların yüzüne tokat gibi çarpıyor. Çarpmaya da devam edecek. Tankların namlusunu milletin üzerine doğrultanlar, bir gün bunun hesabını hem halkın karşısında, hem de İlahi Huzur'da verecekler. O günü iple çekiyoruz!

Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'a Allah'tan rahmet diliyorum...



23 Mayıs 2011 Pazartesi

Malaga'nın Gül Yaprakları

Ne güzel gözlerin var
O iki kaşının altında
O iki kaşının altında
Ne güzel gözlerin var...

Onlara bakmamı istiyorlar
Ama eğer benden kaçırmazsan onları
Ama eğer benden kaçırmazsan onları
Bir anlık göz kırpması kadar...

Malaga'nın gül yaprakları
Özlediğim dudaklarından öpmek isterim
Özlediğim dudaklarından öpmek isterim
Malaga'nın gül yaprakları
Ve sana diyorum ki güzel kız...

Sen çok tatlı ve büyüleyicisin
Sen çok tatlı ve büyüleyicisin
Bir gülün masumiyeti kadar...

Eğer yoksul olduğum için beni küçümsüyorsan
Sana gerçeği söylerim
Sana gerçeği söylerim
Eğer yoksul olduğum için beni küçümsüyorsan...

Sana bir zenginlik sunamam
Sana kalbimi sunarım
Sana kalbimi sunarım
Yoksulluğum yerine...

Malaga'nın gül yaprakları
Özlediğim dudaklarından öpmek isterim
Özlediğim dudaklarından öpmek isterim
Malaga'nın gül yaprakları
Ve sana diyorum ki güzel kız...

Sen çok tatlı ve büyüleyicisin
Sen çok tatlı ve büyüleyicisin
Bir gülün masumiyeti kadar
Sana söylüyorum, güzel kız...


Chingon'dan geliyor: Malagueña Salerosa