23 Aralık 2010 Perşembe

Hoşgeldin insanlığın vicdanı


Hoş geldin…

Tekrar başına bir şey gelmezse, pazar günü aramızdasın. 22 mayısta uğurladığımız yerde bekleyeceğiz seni. 26 aralıkta, yine bir İsrail katliamının yıldönümünde, Dökme Kurşun dedikleri ve yine binlerce Filistinli kardeşimizi katlettikleri o “operasyon”un yıldönümünde…

Sen yoldayken nasıl da heyecanlıydık. 31 mayısa kadar geçen dokuz gün boyunca bayram havası vardı üzerimizde. Sende de öyleydi tabi, biliyoruz. Yapılan canlı yayınlardan görüyorduk oradaki coşkuyu. 50 milletten insanın ve tüm insanlığın vicdanının bulunduğu o güzel yeri bir dakika kaçırmadan izledik günlerce.

Ne güzel anılar var şimdi içinde, ve bir o kadar da üzücüleri…

Umut yüklüydün sen Akdeniz’de seyrederken. Adın gibi masmavi suların üzerinde, bembeyaz bir barış güvercini gibi gidiyordun doğuya doğru. Doğu’nun kalbinin yaralandığı yere doğru…

Neler neler yoktu ki seninle birlikte olmayan, kimler kimler vardı yanında… Çocuklar, Gazze’li kardeşlerine oyuncaklarının yarısını yollamışlardı. Hatta bir tanesi, izlediği filmden etkilenerek bir kanarya yollamıştı gemiyle birlikte. Sahi, sonra ne oldu acaba o kanaryaya? O da mı bir tehdit sayılarak vuruldu acemi askerler, profesyonel canilerce?

Bir de Furkan adında bir kardeşimiz vardı orada, henüz 19 yaşında… Üniversiteye hazırlanıyordu, kısa zaman sonra sınavı vardı. O, en büyük sınavını vermeyi kafaya koymuştu ve verdi de…

Biz mi… Gözümüz ve gönlümüz seninleydi. Sabahın beşinde, seninle olan şehit ve yaralıların haberiyle güne gözümüzü açtık. Hayatımız boyunca “günaydın” denmeyecek nadir sabahlardan birisiydi bu!

Sonra döküldük sokaklara, İsrail görsün isyanımızı diye. Bütün insanlık ve Gazzeliler bilsin Gazze’yi ve Filistin’i ne çok sevdiğimizi... Haykırmak istiyorduk gemideki Sümeyye Ertekin gibi: “Bu ayıbı yüzyıllar boyunca silemezsiniz. Bu ayıbı durdurun” diye.

Sonra bazı ilginç sesler duyduk etrafımızda, seni değersiz gören ve sana neredeyse hakaret edenlerden gelen. Aldırmadık. Mahmut Çelik kardeşim gibi düşünüyorduk hepimiz (kendisinin iznine sığınarak paylaşıyorum bu kısmı):

"Biz kahrolsun deyince belki kahrolmuyordu hiçbir şey.
Ama biz hiçbir şey yapmayınca kahroluyordu Filistin.
Ve biz hiçbir şey yapmayınca, hiçbir şey oluyordu.
Yani biz hiçbir şey oluyorduk.
Biz onun için birşeyler yapıyoruz!"


(Ve aslında hala bunu dert edinerek Filistin için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz...)

Sonra sen geldin, dokuz kardeşimizi, abimizi getiremeden. Sana emanet edilenleri profesyonelce bir vahşetin ortasında kaybedip, buna rağmen onurunu kaybetmeden…

Ben inanıyorum ki, senin adın, vicdan sahibi olan her dünya vatandaşı için farklı bir yere sahip artık. Barışın ve insanlık vicdanının bir simgesisin. Yirmi birinci yüzyılda toklar açları zerre kadar düşünmezken, sen, seni sevenlerin desteğiyle birlikte bir buçuk milyon Filistinliye her türlü yardımı götürme cesaretini İsrail’e rağmen göstererek yola çıktın. Savaşa, ambargoya, katliama ve insan hakları ihlallerine karşı en büyük direnişlerden birini, belki de en büyüğünü gösterdin. Sen, İHH başkanı Bülent Yıldırım’ın dediği gibi, tarihe geçen üç gemiden birisi oldun…

Şimdi, sağ salim ama içinde o günlerin izlerini taşıyarak geri dönüşünü izleyeceğiz seni sevenler olarak. Seni uğurladığımız noktada bekleyeceğiz. Ve bize gösterdiğin dersi uygulamaya devam edeceğiz, Filistin özgürlüğüne kavuşana dek…

Hiç yorum yok: